Müslümanların bazı hususları birbirlerine hatırlatması gereksiz olarak görülmemeli, bilakis bir görev addedilmelidir. Zira “Hâfıza-ı beşer nisyan ile maluldür.” Yani insan hafızasının eksikliği, unutkanlığındandır. Dolayısıyla insan, dünya hayatının kargaşası içerisinde değişik duygulara kapılıp bildiklerini unutabilir. Ne var ki bu unutkanlığın nimete tebdil olduğu durumlar olduğu gibi, külfete dönüştüğü anlar da vakidir. Örneğin kişi kaybettiklerinin acısını zamanla unutur ve bu onun için bir nimete dönüşür. Fakat Allah’ın emir ve yasaklarını unuttuğunda bu unutkanlık ona pahalıya patlar. İşte tam da burada vaaz ve irşad faaliyetleri, hayati bir önem arz eder.
Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in de bir beşer olup ölebileceği hakikatini bildiği halde, şiddetli üzüntüsü dolayısıyla bunu unutmuş ve şu sert ifadeleri kurmuştu: “Rasûlullah ölmemiştir ve sağdır … Kim Muhammed (s.a.v.) öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim.” (Tabakât, 2/266). Hz. Ebû Bekir kendisine: “(Ey Muhammed!) Muhakkak ki sen de öleceksin onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30) ayetini hatırlatmış, onu teselli etmiş ve yanlışından döndürmüştür.
Her yıl olduğu gibi bir şeyi daha hatırlatmış olalım: Hamdolsun önümüzdeki günlerde mübarek bir mevsim olan üç ayları idrak edeceğiz. Hatırlatalım, çünkü hatırlattığımız kardeşlerimiz bu mevsimin feyzinden bizden daha çok istifade edebilir. Hani Hz. Peygamber’in de Veda Hutbesinde buyurduğu gibi: “Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder.”
Üç aylar bize yaklaşırken bizler hal, hareket ve söylemlerimizle üç aylardan, dolayısıyla dinden uzaklaşmaktayız. Cenâb-ı Hak bu ve benzeri tüm hoşnut olmadığı gidişatlar hususunda biz kullarını şöyle uyarmaktadır: “(Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr, 81/26)
Müslümanlar söz ve eylemleriyle güvenilir insanlar olmalı iken maalesef gizli ve aşikâr pek çok günaha bulanmış haldeler. İş ve ticaret hayatında olduğu gibi sosyal ilişkilerinde ve dahi ailevi meselelerde yalan ve aldatmalar sıradan bir hal almış durumda.
Hz. Peygamber bir gün pazarda gezerken bir buğday satıcısına uğradı ve çuvalın içerisinde güzel buğdayların olduğunu gördü. Elini buğday yığınının içine daldırdığında parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya: “Ey zahireci! Bu ıslaklık nedir?” buyurdu. Adam: Ey Allah’ın Rasûlü! Yağmur ıslattı, dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem: “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı buğday çuvalının üstüne çıkarsaydın ya! Kim bizi aldatırsa, bizden değildir.” buyurdu. (Müslim, “Îmân”, 164)
Müslüman kardeşlerimiz tarafından aldatıldığımız hususlardan sadece birinden bahsedeyim. Marketlerdeki et reyonlarının çoğunda siz de şahit olmuşsunuzdur. Vitrinlerde sergilenen bazı tepsilerin üst kısmının, yağsız güzel etlerle donatıldığını, altına ise hayvanın sair yerlerinden alınan yağ vb. parçaların gizlendiğini maalesef aldıktan sonra fark ederiz. Satıcı, hayvanın pahalıya satamayacağını düşündüğü yerlerini işte böyle bir hile ile satar. Pek çok yerde bu kötü manzara ile karşılaştıktan sonra bu kardeşlerimizi uyarma ihtiyacı/vazifesi hissettim ve birini uyardım. Genç bir kardeşimizdi. Ona yukarıdaki hadisi anlattım. Meğer hadisten haberi varmış. “Doğrudur abi, aynen öyle.” dedi ve yine aldatmaya yönelik fiiline devam etti. Bu gencin, bildiği halde insanları aldatması daha üzücü ve daha acıydı. Hâlbuki bunu yapan kardeşlerimizin çoğu namaz da kılmaktadırlar. Oysa bir hareketten öteye gitmeyen, sâlih amele/eyleme dönüşmeyen ve gösteriş zırhına bürünmüş bir namaz sahibi hakkında bakın Yüce Rabbimiz ne buyuruyor: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.” (Mâ‘un, 107/4-6)
Böyle mi olmalıydı namaz? Hâlbuki Hz. Şu‘ayb’in kavmi kendisine: “Ey Şu‘ayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? …” (Hud, 11/87) Demek ki kişi Müslüman ise ve Müslümanlığının en bariz göstergesi olan namazı eda ediyorsa: “Mal benim, dilediğimi yaparım.” deme lüksüne sahip değildir. Zira “Namaz, insanı her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45) İslâm, ticarete hâkim genel esaslar tayin etmiştir ki “aldatmamak” ve “insanların mallarını haksız yere yememek” bu prensiplerin başında yer alır. Gelin Üç ayların gelişi hürmetine her birimiz söz ve eylemlerimizi İslâm’ın süzgecinden geçirip söz ve davranışlarımızın İslâm’ı ne kadar yansıttığına bakalım. Yazımızı zâhid ve âlim bir zatın şu sözü ile nihayete erdirelim: “Yaşantınız, Müslümanlığınıza şahit olsun.”
Doç. Dr. Mustafa Harun KIYLIK
Van YYÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.