Prof. Dr. Osman Çakmak, geçmişte çeşitli yollarla önü kesilen ve büyümesi engellenen Türkiye ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Türkiye’yi anlatan ‘Selçuk Bayraktar, yerli ve milli üretim’ adlı bir yazı kaleme aldı.
Prof. Dr. Osman Çakmak, geçmişte çeşitli yollarla önü kesilen ve büyümesi engellenen Türkiye ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Türkiye’yi anlatan ‘Selçuk Bayraktar, yerli ve milli üretim’ adlı bir yazı kaleme aldı. Yazısında Bayraktar, ASELSAN, ROKETSAN gibi firmalarla savunma sanayii de eşik atlayan Türkiye’nin eğitim dinamiklerine değinen Çakmak, geçmiş Türkiye’sinden açtığı perdeyi, dünyada söz sahibi haline gelen Türkiye’yi anlatarak noktalıyor.
Prof. Dr. Çakmak’ın yazısından alıntılar:
“ENGELLER OLMASAYDI TÜRKİYE BU YANA UÇAK, AĞIR SİLAH VE OTOMOBİL ÜRETEN BİRKAÇ ÜLKE HALİNİ ALACAKTI”
“Ülkenin arslanlarına sahip çıkın, yoksa düşmanın köpeklerine yem olursunuz ” sözünün bir Filistin atasözü olduğunu duymuştum. Bu sözün bugünler için ayrı bir önemi var. Bütün üyelerinin toplam sermaye büyüklüğü Güney Koreli Hyndai kadar etmeyen montaj ve rant baronları, acentacılıktan başka maharetleri olmayanlar yerli ve milli olanın karşısına dikildiler. Ekonomik krizler için plan üstüne plan yaparak yerli ve millinin karşısında durdular. Kimler bunlar? Acentacılar… Kimi zaman iş adamları derneği kılığında karşınıza çıkarlar. Kimi zaman da muhalefet partilerini kullanırlar. Ama her daim saygın (!) ve seçkin (!) medya kurumlarını kullanırlar ve algı oluştururlar. Bürokrasiye sızıp mevzuatla ve yasalarla engeller oluştururlar. Cumhuriyeti demokratik olmaktan çıkarıp, “bürokratik” cumhuriyet haline dönüştürürler. Engellemeler olmasaydı, Türkiye 1940’dan bu yana uçak, ağır silah ve otomobil ihraç eden Dünyanın ilk birkaç ülkesi halini alacaktı.”
“ARTIK TORYUM MADENİ ÜZERİNDE ÇALIŞANLARIN UÇAĞI DAĞA ÇARPMIYOR”
“1930’lu yıllarda Nuri Demirağ uçak fabrikası, Nuri Killigil ağır silah fabrikası, Şakir Zümre Bomba fabrikası kurmuş ve ihracat anlaşmaları yapmışlardı. 1961 yılında%100 yerli oto Devrim yapılmıştı. Hepsinin de çeşitli oyunlarla önleri kesildi. Ülkemiz son yıllarda küreselci çetelere karşı büyük bir kurtuluş harbi veriyor. Sömürgeci “çakalları” ürküten gelişmeler oluyor ülkemizde. Yerli üretimdeki başarı hikayeleri sömürgeci “efendileri” çileden çıkarıyor. “Haçlı güçleri” ve yerli işbirlikçileri büyük bir telaş içinde. Türkiye arslanları artık sahipsiz değil. Artık intihar eden (!) ve kim vurduya giden ASELSAN mühendislerinin haberlerini duymuyoruz .Toryum madeni üzerine çalışanların uçağı dağa çarpmıyor. Eşref Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi ülke yoluna kelle koyan yiğitlerin helikopterleri kazaen düşmüyor.”
“DEMEK Kİ AT SAHİBİNE KİŞNİYOR”
“Çok değil, bundan 30 sene kadar önce askerimizin PKK teröristinin üstesinden gelecek tüfeğe bile sahip değildi. Mehmet Ali Brand’ın o meşhur 32. Gün belgeseli programından hatırlıyorum. Programda zamanın Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş paşaya istinaden şöyle bir olay anlatılıyordu: Askerimize verilecek teçhizatımız yok: Bizim askerin elinde terörist karşısında zayıf kalan G-3 tüfekleri var. PKK teröristi ise elinde kaleşinkofla geziyor. Gittik Kuzey Irak’taki Peşmergeden, dağılan Doğu bloku ve Sovyet devletlerinden arta kalan kaleşinkofları satın aldık. Ordumuzu güçlendirdik. MKA, ASELSAN ve TÜBİTAK ve diğer kurumların bunca tarihi ve geçmişi var. Bu kurumlar çok büyük kurumlar. Peki neredeydi düne kadar bunlar? Şimdiye kadar neden milli ve yerli ürünlere imza atamadılar? Neden bu kurumlar daha önce bu çalışmaları yapamıyordu? Demek ki at sahibine göre kişniyor. Kurumlarımız devlet iradesini ve desteğini arkasına almış ve bürokratik engellerden kurtulmuşsa “arslanların” önü açılıyor.”
“SELÇUK BAYRAKTAR DİRİLİŞE ALEM OLDU”
“Bürokrasi setlerini aşarak uyanışa öncülük edenlerden Selçuk Bayraktar dirilişe alem oldu. Mahmut Fâruk AKŞİT (TEİ – TUSAŞ Motor Sanayi A.Ş) , İsmail DEMİR (ASELSAN) Temel KOTİL (Türk Hava ve Uzay Sanayi) Mehmet Gürcan Karakaş (TOGG CEO) ve daha niceleri… Her biri bulunduğu kurumda destanlar yazıyorlar. Zarf ile mazruf tetabuk etmesi lazım. Büyük kurumlarınızın olması yetmiyor. Mesela üniversitelerde henüz zarf –mazruf mutabakatı sağlanamadı. O yüzden üniversitelerde bunca ARGE merkezleri, teknoparklar ve merkez laboratuvarları atıl vaziyette kalıyor. Her şeyden önce üniversiteleri tek tipleştiren ve halktan bağlarını koparmak için tasarlandığı belli olan YÖK sisteminden kurtulmanız gerekiyor. Bilgisayar ve cep telefonu üretmek, onların işletim sistemini oluşturmak, çip üretmek Türkiye için hiç de zor bir değil. Zamanında yapılan teşebbüsler zaman içerisinde unutturuldu ve itibarsızlaştırıldı. ASELSAN tarafından üretilen cep telefonları, kendi döneminde Dünya ile yarışabilecek haldeyken devlet eliyle tanıtımı yapılmamış. Bir gizli el bunu önlemiş. Bu yüzden her yıl milyarlarca dolar parayı yurt dışına ödemeye devam ediyoruz.”
DÜNYANIN EN BÜYÜK KATILIMLI TEKNOFEST’İ…
Konuyu Teknofest 2023’e getirmek istiyorum. Teknofest 2023 her ne kadar uzay ve havacılık başlığı ile tanıtılsa da diğer alanları da içine alarak sürekli kapsama alanı genişliyor. Teknofest 2023’e 40 dalda buluş ve yenilik fikrine dair projelerin yer almış. Mesela bizi şaşırtan noktalardan birisi hem tarım ve hem de eğitim teknoloji alanına dair standların da yer almış olması.
“BAYRAKTAR AİLESİ SAVUNMA SANAYİ DIŞINDA SAĞLIK VE MAARİF ALANLARINA DA EL ATACAĞINI GÖSTERİYOR”
“Bayraktar ailesi savunma sanayi dışında diğer alanlara mesela sağlık ve maarif alanlarına da el atacağının işaretini ve hazırlığını gösteriyor. Dünyanın en büyük katılımlı teknofestini gezim esnasında ilaç gibi, gıda gibi tarım gibi kimya sanayi diğer alanlarda şahlanışa geçileceğine dair işaretleri ve hazırlığı gördüm. Esasen bu yazıyı da o ümidi ve potansiyeli dile getirmek için kaleme aldım. Canan Bayraktar Toplum Sağlığı Vakfı (Can sağlığı Vakfı) kurulması sağlık alanına da el atılacağının işaretini veriyor. Eğer öyleyse, tıbbi alanda da dışa bağımlılıktan kurtulacağımız günlerin yaklaştığını söyleyebiliriz. Hatırlarsak COVİD günlerinde ilk yerli solunum cihazı hem de kısa süre içinde Baykar firmasınca üretilmişti. Kanserden tansiyona şeker’den kalp ve böbrek ilaçlarına kadar tamamının etkin maddeleri yurtdışından getiriliyor. Türkiye kendi ilaçlarını üretemez mi? biyolojik kimyasal kitleri üreten çok değerli firmalar var. Ancak “bürokratik engellerden” dolayı yerli ve milli hale gelemiyorlar. Ürünlerini ROCH, SİEMENS gibi globaller üzerinden dünyaya pazarlıyorlar. Tıbbi ilaç alanında Türkiye’nin Selçuk Bayraktar’ı olacak çapta, öncü ve müteşebbis bilim adamı ve çalışma gruplarını tanıyorum.”
“ÜLKEMİZ DÜNYANIN SAĞLIK MERKEZİ HALİNE GELEBİLİR”
“Devlet kararını verdi aslında. Çünkü Milli Sağlık Enstitüleri Başkanlığını kuruldu. Bu kurum, tüm gerekleri ile yapılanırsa yakın bir gelecekte savunma sanayiinde esen benzer fırtınaları sağlık alanında da göreceğiz demektir. Çünkü Türkiye’nin pazarlanabilir en büyük bir gücü elindeki sağlık hizmetleri potansiyelidir. Bu potansiyelin pazarlanacak şekilde (konaklama ve seyahat -turizmle birleştirilerek) kolaylaştırılması ve bürokratik işlemlerin azaltılması halinde ülkemiz ABD ve Amerika’nın hatta dünyanın sağlık merkezi haline gelebilir. Bu yönü ile ülkemiz büyük bir imkan ve fırsat sunuyor. “
“TEKNOFESTLER SESSİZ BİR DEVRİM HALİNE GELDİ”
“Teknofestlerde projeci gençlerdeki heyecanı görünce bundan 8 sene önce (2015) bir hatıram gözümde canlandı. Teknofest 2023 fuarını gezişim esnasında, teknofeste katılan öğrenci ve grupların heyecanını ve gözlerinden parlayan ışığı görünce bu anımı ve düşüncelerimi hatırladım BAYER ilaç firmasının liseler arasında açtığı proje yarışmasında jüri üyesi/hakem olarak görevlendirilmiştim (TÜBİTAK vasıtası ile). Hakem heyetinin (jüri) idarecisi konumunda idim. İlk önce toplam 400 kadar proje elenerek 10 proje finale kalmış, 3 proje ise büyük ödülün sahibi olmuştu. O günlerde zihnimde canlanan bir arzuyu da bu vesile ile paylaşayım. Şöyle hayal etmiştim: Proje yarışmalarını ülke çapında çok daha geniş katılımlı ve bir festival havası ve fuar keyfiyeti ile yapabiliriz. Böylece gençler arasında yaygın şekilde bir bilim ve araştırma heyecanı doğacaktır. Fuarda bu hayalin gerçekleştiğini görmem bana ayrı bir heyecan verdi. Selçuk Bayraktar’ın Teknofest 2023 açılışında söylediği şu söz de benim o düşüncelerimde haklı olduğumu gösterdi: “Teknofestler sessiz bir devrim haline geldi.” Selçuk Bayraktar’ın sessiz devrim ile neyi kastettiğini fuarda gezi sırasında daha iyi anlıyorsunuz. Kendi mühendis ve bilim adamlarımızın Dünyadaki emsalleri ile yarışan, hatta onları aşan yerli milli teknoloji harikalarını görünce kaybolan güven duygularınız yerine geldiğini hissediyorsunuz. Bu organizasyonda 1 milyondan fazla genç yenilik fikirleri ile festivale başvurmuş. Dile kolay 320.000 projenin değerlendirildiği devasa bir organizasyon! Dünya üzerinde 1 milyondan fazla gencin projeleriyle katıldığı başka bir teknolojik proje fuarının olduğunu zannetmiyorum.” Gelelim asıl üzerinde duracağım konuya. Selçuk Bayraktar önderliğinde teknofestlerin bu kadar hızla kabul görmesinin altında kanaatimce şu saik bulunuyor: Öğrenciler kendilerini ispat edebilecekleri alanı teknofestlerde buluyorlar. Okullarda uygulanan eğitim öğrenciye sürekli şunu söylüyor: “Sakın icat çıkarma ve çizmeyi aşma”. Tabi olduğumuz eğitimin felsefesi bu aslında: “Ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma!.. Sorma, düşünme, itaat et.” Okullarda çoğu öğrenci, dönem boyu, hatta okul dönemince tek bir proje ve yenilik fikri ile tanışamıyor. Teknofestler şunu gösterdi: Öğrenci bilgiyi üreten ve kullanan özne konumuna çıkabilir. Dersler pekala buluş ve keşfe dayalı olarak sürdürülebilir. Eğitim eğlenceli bir oyun kıvamında heyecanlı bir süreç halini alabilir.
Motivasyon, çalışma yöntemleri, stresi önleme; kaygıyı azaltma yolları, başarıya götüren adımlar, test teknikleri, hızlı okuma yöntemleri vb.” kullanmak, eğitimi “öğretmen merkezli” olmaktan çıkarıp, “öğrenci merkezli hale getirmeye çalışmak meseleyi çözmüyor. Bunca metot uyguluyorsunuz. Çağın öne çıkan metotlarını kullanıyorsunuz. Arkanıza baktığınızda bir arpa boyu yol almadığınızı görüyorsunuz. Kendi kavramlarınızı ortaya koymadığınızdan, kendi ders kitaplarınızı ve kendi bilim anlayışınızı hayata geçirmediğinizden, başkalarının kavramları ile bir adım bile ilerleyemiyorsunuz. Türkiye’deki eğitimin dayanaklarını iyi analiz eden aydın ve münevverlerimiz yerli ve milli modellerin hayata geçirilmesinin gerekliliğini ısrarla vurguluyorlar. Mesela Yusuf Kaplan’ın şu ifadesine bakalım:
“Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanı kuramazsın. Dünyaya “kral” olamazsın. Kralların soytarısı olursun yalnızca!”
Çözümün nerede olduğunu ise şu cümleleri ile dikkat çekiyor: “Eğitim meselesi, bir medeniyet meselesidir: Her medeniyet, kendi Yaratıcı, insan ve âlem tasavvuru doğrultusunda kendine özgü bir eğitim idraki geliştirir ve geliştirdiği bu eğitim idraki üzerinde/n kendi insan tipini ve bu insan tipinin hem varolduğu, hem de varettiği hayatı ve hayat tarzını, vasat”ı ve vasıta”ları inşa eder.”
Asıl önemli olan Nurettin Topçu’nun deyimi ile Milli Mektep projemizin ve Maarif Davamızın hayat bulmasıdır. Maarif davamızı Oktay Sinanoğlu “gönül+akıl” birlikteliği şeklinde formüle etmişti. Bediüzzaman ise bilimlerin dinsizliğe alet edilmesine dikkat çekmiş; “aklın nuru fen ilimleridir, vicdanın ziyası din ilimleridir” (mana-yı harfi) diyerek çözüm yolunu göstermişti.
Maarif projemiz, kendi yerli arabamızı, kendi telefonumuzu kendi ilacımızı, kendi savunma sanayimizi hayata geçirmek kadar önemli, hatta ondan çok daha önce ve acil bir öncelik. İhtiyaç duyduğumuz şey ders kitapları müfredatlarının bu toprakların ruhuna, dünyasına, ruh köklerine ve ruh iklimine yabancılaşmış olmaktan kurtarılması davasıdır.
Mesele, müfredata medeniyet iddiası kazandırmak; medeniyet dinamiklerimizle harekete geçirmek meselesidir. İhtiyaç duyduğumuz eğitim sistemi bize hem İslâm ve insan düşüncesini iyi öğretecek, hem de başka dünyalara, düşüncelere, medeniyetlere açılmamıza imkân tanıyacak derinlikte ve vüsatta olmalıdır. Öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki ruh köklerimizden beslensin, dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlâk akımları armağan etsin. Ünlü eğitim filozofu John Dewey’in de dediği gibi, Batı’daki üniversitelerin kurulmasında birinci derecede rol oynayan medrese sistemini güncellememiz gerekiyor. Çocuklarımıza kendini ve kimliğini öğretecek, özgüven ve kimlik verecek şekilde bu eğitim modeli üzerinde kafa yormak zorundayız.
Kaynak : İHA