Bir filmde ağızlara sakız olan bir replik vardı, çoğumuz hatırlarız: “Kedidir, kedi.” Bu filmde, evlerde duyulan tıkırtılar kediye mal edilerek gerçekler görmezden gelinir veya örtbas edilir. Sanki Müslüman toplumumuzda da bazı sıkıntılar örtbas edilmeye çalışılıyor. Kendimi bildiğimden beri vaaz ve hutbelerde hep Allah’ın haram kıldığı içki, kumar, faiz ve zina gibi yasaklar minber ve kürsülerden yankılanır. Ne yazık ki faizli bankalar, içki satıcıları, muhtelif kumar işletmeleri şube üstüne şube açmaktadırlar. Anlatılanlarla yapılanlar arasında ters orantı var gibi görünebilir, fakat hakikatte durum böyle değil. Şayet bu kadar vaaz ve nasihat olmasaydı toplum muhakkak daha büyük bir uçurumun eşiğine gelirdi. “Peki, nüfusumuzun çoğunluğu Müslüman iken haram kapıların müşterisi neden bu kadar çok?” diye bir soru geliyor akla.
Ülkemizde halkın % 99’u Müslümansa(!), banka sektöründe neredeyse pastanın % 90-95’lik dilimini oluşturan ve şube üstüne şube açan faizli bankaların müşterisi kim? Kumar işleten bayilerde sonu görülemeyecek kadar kuyrukta duranlar kim? İçki satan yerlerin müdavimi kim? Hiçbir kilise yokken son yıllarda sayısı artan kiliselerin müşterisi kim? Yılbaşında hindi yiyen kim? Bir grup insan gökten zembille memleketimize ışınlanmadı ya! Nasrettin Hocanın dediği gibi: “Kedi buysa, et nerede? Et buysa, kedi nerede?” Eğer bizler Müslümanlar olarak bu kadar çoğunlukta isek bu haramları işleyenler kim? Şayet biz değilsek, kim bunlar?
Öyle değil tabi. Örneklerimiz kedi üzerinden gitti, fakat eğri oturup doğru konuşmamız gerekirse suçu üzerine atacağımız bir kedi de yok ortada. Tüm bu fuhşiyatın (açıktan işlenen günahların) müsebbibi biziz. Kral çıplak! Uyanalım artık.
Dini yaşantımızdan ufak ufak verdiğimiz tavizler, koca bir gedik oluşturdu gemimizde. Pek çoğumuz helal haram demeden zengin olma sevdasıyla tutuşmakta, makam-mevki için din kardeşinin ayağını kaydırmakta ve din ile yoğrulmuş kültürüne sırt çevirerek ecnebi kültürlere özenmekteyiz. Kısacası İlahi emir ve yasakları görmezden gelmekteyiz. Netice itibariyle de başkasının yürüyüşüne özenirken kendi asil yürüyüşümüzü unutmaktayız.
Gelin yılbaşında sevdiklerimizi şaşırtalım! Yılbaşını değil, Mekke’nin fethini kutlayalım. Küffarı anımsatacak hal ve hareketlerden, yiyecek-içeceklerden ve giyim tarzından kurtulup en güzel giysi olan takva elbisesini kuşanalım.
Sözlerime “Ne olduysa hep bize azar, azar oldu.” diyen Arif Nihat Asya’nın şu dizeleri ile son vermeyi manidar buluyorum:
“Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu
Ne olduysa hep bize azar, azar oldu
Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız
Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız
Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık
Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
Yaklaştıkça her sene öz yurdumda yılbaşı
Yapılır milletime Frenkçe sahte aşı
Buna ağlar ağacı hem toprağı, taşı
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır
Yılbaşında hindi kaz yemesine bayılır
Çam deviren hindi ki nasıl mümin sayılır
Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz”