GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU AÇIKLAMALARDA BULUNDU

GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yürekleri Gazze için, Gazze’deki kadınlar, çocuklar için çarpan çok değerli dava arkadaşlarımız, bizleri ekranları başında izleyen değerli vatandaşlarım; hepinizi...

GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU AÇIKLAMALARDA BULUNDU
Yayınlama: 08.11.2023
A+
A-

 

GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yürekleri Gazze için, Gazze’deki kadınlar, çocuklar için çarpan çok değerli dava arkadaşlarımız, bizleri ekranları başında izleyen değerli vatandaşlarım; hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Özel bir gündeyiz, 4 milletvekilimiz Gazze temaslarını, daha doğrusu Gazze’ye gidemediler, ama inşallah bir gün hep beraber gideceğiz, Gazze’ye gitmek üzere Kahire temaslarını anlattılar. Yüreğimiz yanıyor, dağlanıyor. Bir yıldönümünü hatırlatmak isterim, dünyada Filistin meselesi konuşurken bizim unuttuğumuz bir yıldönümü. Dün arkadaşlar 7 Kasım, Gazze’den son Osmanlı askerinin çekilip Gazze’nin General Allende güçlerine düştüğü gündü dün. Son Osmanlı askeri, Gazzelilerle birlikte direnerek, Gazze’yi terk etmek zorunda kaldığında arkalarında on yıllarca onu bekleyen Gazzelileri bıraktılar. Şimdi bizim için, bazıları için bunlar yabancı gibi gelebilir, onlar üzerinde duracağım, özellikle de son dönemde bizim Gazze’ye, Filistin’e, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmamız üzerine saldıran bazı kalemşorlere, milliyetçilik demeyeceğim sahte bir ulusalcılıkla, Arap karşıtlığıyla Türk milliyetçiliğini karıştıranlara ve sosyalist ve sol gelenekçiliğinden gelip de bugün insan hakları konusunda bu kadar duyarsız olanlara sesleneceğim.

Önce isterseniz şu ulusal kesime bir bakalım, sanki Adana’nın, Hatay’ın ötesinden bizim milli bir tarihimiz yokmuş gibi düşünenlere. Gazze 7 Kasım’da düştü, Gazze 7 Kasım’da düştüğünde 31 Ekim’de Birüssebi cephesinde, şimdi maalesef İsrail’in içinde kalmış, Gazze’den hemen doğudaki Beerşeba şehri, düştüğünde komutanı kimdi biliyor musunuz? Albay İsmet Bey, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı, İstiklal Savaşının komutanlarından Albay İsmet Bey, Gazze’nin son cephelerinden birini savunurken hatta kısa bir sürede esir düştü. Yedinci Ordu Komutanı Gazi Mustafa Kemal’di. Ali Fuat Cebesoy, Osmanlı’da İstiklal Savaşımızın ilk Batı cephesi komutanı oradaydı dördüncü orduda. Şimdi vatan toprakları dediğimiz topraklara nasıl bakmışsak, bizim dedelerimiz Gazze’ye öyle bakmıştı. 2014 savaşı sürerken, Gazze üzerinde arabuluculuk yaptığımızda Filistinli kardeşlerimize şunu sormuştum: Şucaiyye tepesi var Gazze’de, bilir misiniz? Bilmez miyiz dediler, zaten savaş orada cereyan ediyor, özellikle Şucaiyye tepesini bombalıyordu İsrailliler, hava kuvvetleri o zaman. Şimdi de Şucaiyye’de çatışmalar var. Neden Şucaiyye dedim, çoğu bilemedi, Şucaiyye tepesinin Türkçe karşılığı kahramanlar tepesidir ve 7 Kasım 1917’de, bundan 106 sene önce kahramanlar tepesini son savunan Osmanlı askeri de çekilince Gazze düştü. Gazzeliler oraya, Osmanlı askerlerinin şehitlerini anmak üzere bir asırdır Kahramanlar Tepesi diyor. O Kahramanlar Tepesi, kahramanları bekliyor arkadaşlar ve o kahramanlar, bugün o Kahramanlar Tepesini savunuyorlar.

Milli tarihimizden yoksun, tarih bilincinden bihaber ve İsrail propagandası tesiri altında bize saldıranlara sesleniyorum; gelin konuşalım tarihi, var mısınız? Bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ceza aldığında, muhtar bile olamaz, Tayyip muhtar bile olamaz diye manşet atan gazetenin o zamanki genel yayın yönetmeni, 1 haftadır bana şahsen saldırıyor, bize tümüyle saldırıyor, Filistinlilere saldırıyor. Bu kimliksiz, bu şahsiyetsiz, bu tarih bilincinden yoksunlara sesleneceğim bugün, sadece ona değil, meydan okuduğum halde 3 haftadır karşıma çıkamayan kalemşorlere sesleneceğim, gelin çıkalım konuşalım. Bakın, milliyetçilik adı altında Arap karşıtlığını milliyetçilik sananlara, Türkiye sınırları dışındaki toprakları bizden uzak bilenlere, gerçek milliyetçiliği tenzih ederim, Sayın Bahçeli’yi bir kez daha selamlıyorum Gazze’ye sahip çıkması dolayısıyla.

Gerçek milliyetçilik, milli tarih bilincine sahip olanlara dayalı olarak 4 kişiden bahsedeceğim tarih bilinci. Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’te doğdu, harbiyeden ve eğitimden sonra ilk ciddi sınavını Trablusgarp Savaşında verdi Enver Beyle birlikte. Donanma ulaşamıyordu, özel yollarla ulaştılar, Libya’daki direnişlerle birlikte İtalyanlara karşı direnmek için. İtalyanlar, Osmanlı’dan Trablusgarp’ı istediklerinde argümanları neydi biliyor musunuz? Siz Trablusgarp’ı geliştiremiyorsunuz, biz medeniler Trablusgarp’ı geliştirmek üzere orayı sizden istiyoruz. Direndiler orada, sonra Çanakkale Savaşında Anzaklar’a karşı savaştı Mustafa Kemal, daha sonra Suriye cephesine gitti, önce Yedinci Ordu Komutanlığı yaptı, sonra Yıldırım Orduları Komutanlığıyla Suriye cephesinden geriye dönüşü ve askerin en az zararla dönerek sonraki savaşlara hazırlanmasını sağladı.

Bir evladı fatihan, ikinci bir isim, Ali Şefik, daha sonra Özdemir soyadını aldı. Ali Şefik Bey Kahire’de doğdu, El-Ezher’de okudu, Trablusgarp Savaşı çıkınca o da Trablusgarp’a gitmeye çalıştı. Çerkez kökenlidir bu arada ve Kanuni dönemindeki Özdemiroğlu paşa, onun soyundan gelir. Daha sonra Suriye’de, Lübnan’da işgalcilere karşı Atatürk’le birlikte savaştı. O kadar şöhret kazandı ki, Kahire’de doğan, Suriye cephesi ve Trablusgarp’ta savaşan ve eğer bugünkülerin milliyetçilik anlayışıyla bakıldığında o topraklarda kalsaydı Arap olduğu için düşman gibi görülecek olan Ali Şefik Bey daha sonra nereye geldi biliyor musunuz? Antep savunması için Antep’e geldi ve Antep’i Fransızlara dar eden Kuvay-i Milliye’nin başındaki isim, Ali Şefik Beydi. Ali Şefik Bey, Arap mıydı? Ali Şefik Beyin bu geçmişi, Anadolu toprakları dışında doğdu diye Ali Şefik Bey Antep savunmasına katılmayacak mıydı? Bir özelliğini daha söyleyeyim onu unutmadan, ayrıca Trablusgarp Savaşı sırasında Şam’da Türk-Arap Birliği ve Kardeşliği Cemiyetinin de başındaydı. Şamlı, Kahireli, ama Antep’i savundu ve Antep’in kahramanıdır, sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerimizden oldu Özdemir soyadını alarak.

Bir başka isim, Ali Saip Ursavaş. Kerkük’te, Musul Vilayetinde, Revandiz’de doğdu. Mekteb-i Harbiye’yi bitirdi, o da Trablusgarp’a gitti Mustafa Kemal’le birlikte. Daha sonra o da Suriye cephesinde savaştı, şimdi Deyrizor olarak bildiğimiz yerde kaymakamlık yaptı. Sonra ne yaptı biliyor musunuz? Bakın, Anadolu’da doğmadı bu insanlar, bu söylediklerimin hiçbirisi şu anki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırlarında doğmadı. Ne yaptı biliyor musunuz? Urfa savaşı başlayınca Mustafa Kemal ona Urfa savunmasıyla ilgili bilgi aldı ve tecrübesini, Milis Kuvvetini Urfa Savaşında Fransızlara karşı kullandı ve Urfa’da Fransızları dar etti Urfa’ya. Urfa’yı Şanlıurfa yapanlardan biriydi Ali Saip Bey, Allah hepsinden razı olsun.

Şimdi bir isimden daha bahsedeceğim, ama ismini söylemeyeceğim. Ta ki bu milli tarih bilincinden yoksun olanlar, uluslararası Yahudi lobilerinin etkisiyle kendi tarihlerini unutanlar biraz kendilerine gelsin. Atatürk, 1881’de Selanik’te doğdu değil mi? 1882’de de bir çocuk Lazkiye’de doğdu. Lazkiye’den 14 yaşında Kahire’ye gitti, Ali Şefik Beyin doğduğu Kahire’ye gitti ve Ali Şefik Bey 1885 doğumluydu, o onunla hemen-hemen aynı yıllarda El-Ezher’de okudu. Sonra duydu ki, İtalyanlar Trablusgarp’a girmiş ve Osmanlı subayları Trablusgarp’a gidiyorlar özel yollarla, etrafındaki 250 gençle birlikte yaklaşık 27-28 yaşında, İskenderiye Limanından Trablusgarp’a gidip Mustafa Kemal’le birlikte savaştı, Enver Beyle. Daha sonra Osmanlı Ordusuna girdi Birinci Dünya Savaşında ve Osmanlı Ordusunda Suriye cephesinde savaştı, aynı komutada, muhtemelen tam şeyini bilmiyoruz çıkartılır tarihi evraklar, ya İsmet Beyin, ya Yedinci Orduda Mustafa Kemal’in emrinde, sonuna kadar Osmanlı olarak savaştı. İşin ilginci, Gazze düşerken Gazze’nin kenarındaki Birüssebi’de İsmet Paşayla savaşanlar kimlerdi biliyor musunuz? Anzaklar’dı, Çanakkale’de ve o cephede. Sonra bu zat, Osmanlı Ordusu dağılınca Ali Şefik Bey ve Ali Saip Bey, biri Antep’e biri Urfa’ya giderken, bu da Fransızlara karşı direnmek üzere Şam’a gitti. Fransızlara karşı Halep’te ve Şam’da direndi. Eğer kurtulsaydı ya da o da onlarla birlikte Gaziantep’e gelseydi, Antep kahramanı olacaktı. Ya da Şam kurtulsaydı Fransızlardan, Halep bizim sınırlar içinde kalsaydı, büyük kahramanımız olacaktı. Daha sonra Fransızlar bunu idam tehdidiyle tehdit edince, nereye gitti biliyor musunuz? Hayfa’ya gitti, Hayfa’da gençleri örgütledi ve Müslüman Gençler Birliği’ni kurdu hemen-hemen ondan bir 10-20 yıl sonra da Genç Müslümanlar Birliği’ni Aliya İzzetbegoviç, Bosna’da kuracaktır. O yıllarda Kudüs Müftüsü Emin Hüseyni’yle tanıştı, daha sonra El Fetih’in fikir babası olan. Sonra Hayfa’da baktı ki İngiliz sömürgecileri orada Yahudilere alan açıyor, yerleşimcilere ve baktı ki Araplar topraklarını satmaya başladılar, topraklarını satan Araplara karşı da mücadele etti ve toprak satmanın hıyanet olduğuyla ilgili fetvalar verdi.

Hani şimdi diyorlar ya, bunlar toprak sattı ve bize ihanet etti, iki argümanları var bu sahte milliyetçilerin, Araplar toprak sattı, bunlar bize ihanet etti. Hayatı Osmanlı askeri olarak ve Trablusgarp’ta Milis olarak geçmiş birisi, Fransızlara karşı antiemperyalist mücadele vermiş birisi. Sonra yeni bir Milis örgütü kurarak İngilizlere karşı savaşmaya başladı ve şimdiki Cenin bölgesinde İngilizlerle çarpışırken şehit düştü, 500 İngiliz askeri onu esir alabildi. Cenazesi muhteşem bir toplulukla kaldırıldı, on binlerce Filistinli cenazesini aldı. Kimdi bu biliyor musunuz? İzzettin el-Kassam. Yani bugün izzettin Kassam dendiğinde hemen terör aklına gelenler, yani bugün İzzettin Kassam adını taşıdığı için… Niye İzzettin Kassam diyorlar, onun hatırasına. İki kol, Emin Hüseyni’den Filistin Kurtuluş Örgütü doğdu, İzzettin Kassam’dan da Hamas doğdu. İşgal olmasaydı, Filistin’de bu yapılar doğar mıydı? Şimdi İzzettin Kassam’ı duyduğu anda sahte milliyetçiler, “bir Arap, hem de terörist” diye aklına gelebilir tarih bilmezlerse, İzzettin Kassam, Trablusgarp için ayağa kalkmış, vaazlar vermiş, konuşmuş, gençleri örgütlemiş ve mücadeleye gitmiş bir kahramanımız. İzzettin Kassam, Suriye cephesinde yine Atatürk’le, ismet Paşayla birlikte olmuş bir kahraman. Fransız emperyalizmine karşı Antepliler gibi, Urfalılar gibi direnmiş bir kahraman. Nerede sizin tarih bilginiz? Siz tarihi hep Yahudi lobilerinden mi öğreneceksiniz, siz tarihi hep yanıltılmış bilgilerle, bir coğrafyayla sınırlı mı öğreneceksiniz? Bakın dördü de Anadolu toprakları dışında, ama dördü de Osmanlı ve Türk bilinciyle hem Anadolu topraklarında istiklal savaşı, hem Gaziantep’te, hem Urfa’da, hem de Trablusgarp’ta savaştılar. Biz onları birbirinden ayırmayız, benim tarih bilincim bu. 1920’de İngiliz komutanını Bağdat’ta vuran da Osmanlı askeri olan ed-Dari’ydi, işgal kuvvetlerine direnenler.

Bir hikâye yazdılar bize Arap karşıtlığı üzerine, Araplara da bir hikâye yazdılar Türk karşıtlığı üzerine. Dışişleri Bakanı olarak Kahire’ye gittiğimde 2009 yılında, dedim ki Büyükelçimize, ne kadar Türk ve Osmanlı karşıtı varsa hepsini toplayın, bir forumda onlarla görüşmek istiyorum. Toplandılar El Ahram merkezinde. Hepsi soru sordu, ben de cevap verdim ve Araplardaki Türk-Osmanlı karşıtlığıyla ilgili ciddi bir mücadele verdim, hepsi Arap milliyetçisiydi. Aynı bizim ulusalcı gibi, milliyetçi gerçek anlamda, Arap milliyetçisi öyle davranmaz. Sonra bir canlı televizyon yayınında şunu sordular bana, giderken de bir metin yazmıştım bir makale yazmıştım El Ahram’a 1517’ye atfen bizim Mısır fethine atfen Türk tarihi vesaire. Bir Arap milliyetçisi şöyle bir soru sordu canlı yayında: Dedi ki, siz ne kadar cesur bir siyasetçisiniz Mısır’a geliyorsunuz ve 1517-16’dan bahsediyorsunuz bu bizim için işgal tarihidir Türklerin topraklarımızı işgalidir. Ne cesaret dedi işgal tarihinden böyle övgüyle bahsediyorsunuz? Durdum dedim ki, gerçekten 1516’da işgal başlamışsa ve Mısır tarihi 1516’dan sonra Osmanlı dolayısıyla yoksa Mısır’ın tarihi yok dedim, şaşırdı ne demek yani dedi. Osmanlı’dan önce dedim kim vardı Mısır’da? Memlüklüler. Mısırlı mıydı? Hayır. Kafkasya’dan gelmişlerdi Kölemenler. Ondan önce kim vardı? Eyyübiler, Selahaddin Eyyübi Mısır’da mı doğdu? Ondan önce kim vardı? Tolunoğulları Türk soyluydu. Ondan önce kim vardı? Abbasiler. Abbasilerin Mısırla ne şeyi var Abbasiler Hicaz’dan. Ondan önce Emeviler onlar da Hicaz’dan. Ondan önce fetihten önce Amr Bin As’tan önce Bizanslılar, Bizanslılar da Roma’daydı. Ondan önce İskender, İskender‘de Yunan’dan geldi. Gidin gidin dedim Firavunlara kadar gidersiniz Firavunlar da dedim güneyden geldi Kahire’de değillerdi. Eğer dedim buna inanıyorsanız Osmanlı’nın mirası Osmanlı işgalci gidin dedim önce Osmanlı eserlerini yıkın şeyde eski kadim Mısır dedikleri Kahire’de. Sonra Memlük eserlerini yıkın, sonra Eyyübi eserlerini yıkın, sonra Tolunoğlu Camini yıkın o mimari şaheseri, sonra Amr Bin As Camini yıkın, ondan sonra gelin Bizanslılarla ilgili şeyleri yıkın, geriye Mısır kalmaz.

Arkadaşlar, tarihi kopuk kopuk okuyan bir Arap ne kadar yanılıyorsa, tarihi kopuk kopuk okuyan bir Türk’te o kadar yanılıyor. Bunlara tarih öğretmek lazım. Tarih bu sınırlar işte Balfour Deklarasyonu ya da İngiliz-Fransız Sykes-Picot Anlaşmasıyla doğmadı ondan önce de tarihimiz vardı. Ve biz o tarih bilincini milli bilincimizin temeli kabul ederiz.

Şimdi karşımıza çıkmış bize ne Gazze’den. Git bunu sağ olsa da Mustafa Kemal’e sorsaydı, İsmet Paşa’ya sorsaydı İsmet Bey’e sorsaydı, Ali Fuat Paşa’ya sorsaydı, ne işiniz vardı Filistin’de Gazze’de diye sorabilir misin? Bugün Doğu Akdeniz’in bütün limanlarına, bütün çevresine donanmalar dizilmiş ne işimiz var Gazze’de? İzzeddin Kassam deyince tüyleri diken diken olup bir terör abidesi soranlara söylüyorum, bir Osmanlı askeriydi ve bir mücahitti Trablusgarp’ta ve Suriye’de.

Şimdi gelelim diğer taifeye. Bunlar da sol gelenek içinden geldiğini söyleyip Filistin meselesiyle ilgili ilzam ediyor isimlerini vermek istemem hepsinin hepsi kendilerini bilirler. Geçen gün birisi televizyonda zaten Davutoğlu’nun bu mantığıyla biz Ortadoğu’da sıkıntı şey yaşadık. Arkadaşlar, mesele sadece bir Müslümanlık meselesi, sadece bizim Türklerin, Arapların meselesi değil, bir insanlık meselesi. Onlara da birinden bahsedeceğim büyük bir şairden Mahmud Derviş. Mahmud Derviş Filistin şairi bilinir, 1941’de Akka’da doğdu. Akka neresi biliyor musunuz? O tarih cahillerine söylüyorum, Napolyon’u durduran Cezzar Ahmet Paşa’nın 1799’da Napolyon’u durdurduğu Osmanlı ve Türk şehri. Orada doğdu, daha 7 yaşındayken sürgün edildi 48 savaşı sonrası Batı Şeria’ya. Hayatı sürgünle geçti. 16 yaşında ilk hapse atıldığında bir sigara paketinin üzerine şu dizeleri yazdı:

Annemin kahvesini özlüyorum.

Özlüyorum ekmeğini annemin.

Sonra hapisler sürgünler, hapisler. Ve Filistin deyince akla o gelir. Ben kime benzetirim biliyor musunuz? Bu solcu geçinenlere söylüyorum, biraz şiir okuyun, biraz tarih okuyun, ondan sonra Filistin’i konuşalım, Nazım Hikmet’e. Aralarındaki fark şudur: Nazım Hikmet kendi ülkesindeki otoriter bir rejimle muhalefet yaşadı, ama Kuvayı Milliye’yi yazdı, destanını yazdı Kuvayı Milliye’nin. Memleketimden İnsan Manzaralarını yazdı bu toprağa aitti. Bir baskı gördü Sovyetler Birliğine gitti orada da tam kendi istediğini bulamadı çileli bir hayat. İşin ilginci tabi Mahmud Derviş’in farkı şu: Mahmud Derviş işgal edilmiş bir toprakta ve işgalcilere karşı bunlara yazdı. Ve 2002 yılında Uluslararası Nazım Hikmet Ödülünü aldı Mahmud Derviş. 2006 yılında Nobel’e aday gösterildi, 2008 yılında İstanbul’da yapılan 2. Beyoğlu Şiir Festivaline katıldı ve ondan kısa bir süre sonra da vefat etti. Bu arada şunu da söyleyeyim: Yaser Arafat’ın danışmanlığını yaptı 1982 savaşında Beyrut’tan Sabra ve Şatilla Katliamından sonra ayrılmak zorunda kalanlar arasındaydı. Oslo Barışına da şiddetle karşı çıktı biz bütün Filistin’le ilgili iddiamızı sürdürmeliyiz diye. Sosyalist bir düşünceye sahipti, ama insan hakları savunucu. Ve şiirlerin en dokunaklısını o yazdı Filistin’le ilgili. Arapçası çok daha dokunaklı, ama Türkçe güzel tercüme edilenlerden bazılarını size okuyayım. Filistin’le ilgili bütün dünyanın da yakından bildiği bir şiiri.

Ve ant içerim ki bir mendil işleyeceğim yarına kadar.

Gözlerine sunduğum şiirlerle süslü ve bir tümceyle,

Baldan ve öpücüklerden tatlı: Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!

Gözleriyle Filistin, kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,

Adıyla sanıyla Filistin. Düşlerin Filistin’i ve acıların,

Ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,

Sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i ve çığlıkların.

Ölümün ve doğumun Filistin’i,

Taşıdım seni eski defterlerimde şiirlerimin ateşi gibi.

Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.

Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,

İnlettim senin adına koyakları:

Sakının hey

Kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!

Benim gençliğin yüreği!

Benim beyaz kanatlı atlı!

Benim yıkan putları!

Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken tüm sınırlarına Suriye’nin!

Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:

Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!

Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,

Yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!

Ben barbarların atlarını iyi bilirim.

Bir ben dururum onların karşısında, bir ben,

Gençliğin yüreğiyim her daim,

Yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.

Acı çekmiş bir şair, bütün Filistinliler Mahmud Derviş gibi, bizim Mehmet Akif’imiz gibi. Beyrut’tan gitmesi gerektiğinde Beyrut Kasidesini yazar. Ve Beyrut Kasidesi dolayısıyla Uluslararası Lenin Ödülünü alır. Şairimiz de var keşke bu şiirleri Atilla Maraş Bey okumuş olsaydı burada çok daha iyi okurdu mutlaka. Uzun bir şiirin kısa bir bölümünü okuyacağım.

Beyrut yok

Sırtımız önümüz denizin sırları yok.

Kanımızı yitirene kadar evet,

Anıların sözcüklerini yitirene kadar,

Ancak söylerim şimdi yok.

O son bombardımanda yok.

O yer çukurda başka bir şey kalmadı yok,

O ruh içinde kalmadı yok,

Beyrut yok.

Sabra ve Şatilla Katliamından binlerce Filistinlinin katledildiği İsrail işgali altındaki Sabra ve Şatilla Katliamından sonra yazdığı şiir. Ve Yaser Arafat’la birlikte Beyrut’u terk etmek zorunda kalır, aynen şimdi Gazzelileri Gazze’den çıkarmak istemeleri gibi ki fark şu: Onlar Beyrut’ta mülteciydi, Gazzeliler kendi memleketin. O zaman da bütün Filistinlileri Beyrut’tan çıkardılar Tunus’a gitti Yaser Arafat. Ve sonra intifa da başladı Mahmud Derviş yine aldı kalemi eline ve dedi ki;

Ey yürüyenler

Eğreti sözcükler arasında!

Sizden kılıç -Bizden kan

Sizden çelik ve ateş – Bizden can.

Sizden yeni bir tank – Bizden taş.

Sizden gaz bombası – Bizden yağmur.

Bizim üstümüzde de aynı gök, aynı hava

Kanımızdan alın hissenizi, çekin gidin.

Danslı yemekli bir akşam partisine gidin.

Bize düşen korumaktır şehitler gülünü,

Bize düşen yaşamaktır dilediğimizce.

Sanki bunu okuyunca şu bana saldıran bizi böyle savaş düşkünü diye takdim etmeye çalışan birtakım tatlı su solcuları var ya birtakım tatlı su aydınları onlara hitap eder gibi. Diyor ki, siz gidin danslı yemekli bir akşam partisine, sonra o akşam partisinden sonra açın CNN International’ı dinleyin İsrail propagandasını ve ertesi gün Ahmet işine bak gibi bana mesaj yazın öyle mi? Sizin hepinizle hesaplaşamaya hazırım, çünkü sizde tarih bilinci olmadığını da biliyorum, sizde kimlik bilinci olmadığını da biliyorum, sizde insani bir vicdan olmadığını da biliyorum. Ve şimdi özet olarak seçtim dün gece sabaha kadar neredeyse şiirlerini derleyip muazzam bir şairdir. Sanki şu şiir Gazze için yazılmış bugünün Gazze’si için 2008’de vefat etmiş bir şairin.

Nereye gitmeliyiz bu son sınırdan sonra?

Göklerin sonuncusundan sonra nereye uçar kuşlar?

Son rüzgârdan sonra nerede uykuya dalar bitkiler?

Kan kırmızı dumanla yazacağız isimlerimizi.

Destanımızı etimizle kemiğimizle bitireceğiz.

Burada öleceğiz. Burada, son geçitte, son çıkışta.

Burada ya da orada. Kanımızdan doğacaktır zeytin ağaçları.

Şimdi bunu bir Gazzeli okuduğunda Gazze’yi terk etmeyi düşünür mü? Mehmet Akif’in İstiklal Marşını okuyan biri Anadolu’yu terk edebilir mi? Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerini okuyan birinin bir işgal karşısında yüreği titremeden ya bu işgalcilerle konuşalım, onların merhametine göre davranalım diyebilir mi? Ya da Ali Şefik Bey Antep savunmasında ya şu Fransızlarla acaba ne yapabiliriz? Bizim yaralıları dışarı mı çıkarsak? Acaba Fransızlar ne der diyebilir miydi, der miydi? Kahramanmaraş’ı da unutmayalım Rıdvan Hocayı. Ben dedi Cuma namazı kıldırmam, gidin kurtarın indirin şu bayrağı, asıl ay yıldızı ondan sonra kıldırırım namazı. Peki, Rıdvan Hocayla İzzeddin Kassam’ın arasındaki fark ne? O da diyordu ki Hayfa’da vaazlarında satmayın toprakları bu müstemleke İngilizlere karşı savaşın. Siz savaşmayacaksanız ben elime alıyorum silahı ve dağa çıkıyorum dedi ve savaştı. Ne fark var Sütçü İmam’la İzzeddin Kassam arasında? Siz bu ismi propagandalarla lekelediniz diye onun direnişine sessiz mi kalacağız? Ne fark var Nazım Hikmet’le, Mahmud Derviş arasında?

Gelin madem Nazım Hikmet dedim, ondan da bir şiir okuyalım da bugünkü şiir dersimiz tamam olsun. Nazım Hikmet, Hiroşima’da ölen çocuklar için bir şiir yazar. Hiroşima’nın yıldönümünde Japonya’da olduğumda o şiiri okudum Japonlara ve orada basında okudum. Ve şunu söyleyeyim: Dün Salam Fayyad’ı izledim CNN International Christiane Amanpour’la muhteşem bir performans sergiledi. Çok da yakından tanıdığım eski Filistin Otoritesi Başbakanı. Ona Hamas terörist dedirtmeye çalışıyor, o da savunuyor. Sonun da dedi ki, bak Filistin’de şu ana kadar ölen insanların oranı nüfusa oranı aynen geçen toplantıda benim zikrettiğim gibi 1 milyon Amerika, Hiroşima’da ve Nagazaki’de ölenlerden daha fazla. Onun üzerine Christiane Amanpour sanki anlamamış gibi tekrar yani bir hesap hatası yapıyorsunuz herhalde dedi sayılara baktı. Yok dedi bir dakika düzeltelim şunu dedi program bitmeden, nüfusa oranları itibariyle daha fazla. Yani 2 milyon 200 bin kişide ölen 10 bin kişi Japon nüfusunun içinde ölen Nagazaki ve Hiroşima’da ölenlerden daha fazla oran itibariyle. Ve Nazım Hikmet ne diyor? Ben bunu herkesin Gazze’de ağır bombardıman altında ve her türlü kimyasal silahta kullanıldığı iddiasıyla hayatını kaybeden Gazzeli kız çocuklarına atfediyorum. Eminim Nazım Hikmet yaşasaydı bunlar gibi davranmayın Gazzeli kız çocuklara sahip çıkardı. Bunlar gibi tatlı su solcuları olmazdı o. Ne diyor bakın nasıl güzel bir şiir.

Kapıları çalan benim

Kapıları birer birer.

Gözünüze görünemem

Göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli

Oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım,

Büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,

Gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

Külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için

Hiçbir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

Kâğıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,

Teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin

Şeker de yiyebilsinler.

Bugün Gazzeli çocuklar kapımızı çalıyor, Gazzeli çocuklar vicdan kapımızı çalıyor arkadaşlar. Susan vicdansızdır, teslim olan vicdansızdır. Bütün bu şartlarda ateşkes erken diyene sesi çıkmayan vicdansızdır, vicdan kapılarınızı açın. Türkiye’ye ve bütün İslam dünyasına sesleniyorum vicdan kapılarınızı açın. Kendini aydın sananlara sesleniyorum, vicdan kapılarınızı açın, o çocuklar o kapılardan girsinler en azından yaşayanları. Bir ağır propaganda altında milleti yanıltmaktan artık vazgeçin. Evet, biz bunu sonuna kadar savunacağız, o toprakların Akka savunması yapan Cezzar Ahmet Paşa’nın, Antep kahramanı Şefik Bey’in, Ali Sait Bey’in Urfa kahramanı ve bütün kahramanlar adına biz sonuna kadar Gazze’yi savunmaya devam edeceğiz. Ve Gazze’deki kardeşlerime değerli arkadaşlarımız gitti orada gerekli mesajları verdiler, ama seslenmek istiyorum, hiç merak etmesinler Şucaiye Tepesi sahipsiz değil. Kahramanlar Tepesi sahipsiz değil ve kahramanlar tepesinin sahipleri Anadolu’da onlara dua ediyor, o Kahramanlar Tepesini asla boş bırakmayacağız asla. Biliyorum bugün toplantı biraz uzun oldu, hatta ben bugün bütçe konuşması bütçe üzerine konuşayım diye planlıyordum, ama Gazze her türlü şeyin üstüne geldi.

Son olarak iktidara tekrar neler yapılması gerektiğini bu sefer daha geniş kapsamlı bugünkü şartlar itibariyle. Hatırlarsanız bu kürsüden daha önce Sayın Karamollaoğlu’yla Filistin Büyükelçisini ziyarete gittiğimizde açıklamıştık bazı ortak atılacak adımları. Daha sonra ben ve Sayın Karamollaoğlu birçok grup toplantısında o günkü şartlar içinde yapılacakları. Bugünkü şartlar içinde neler yapılmalı tekrar hatırlatayım. Bizim zikrettiklerimizden şu ana kadar sadece ikisi yapıldı. İlk hafta ulusal yas ilan demiştik yaptılar sağ olsunlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi heyeti oluşsun dedik onu çok gecikmeli olarak yaptılar biraz önce Mesut Bey’in ifade ettiği gibi 20 Kasım yani olaylardan 1,5 ay sonra yazık yazık. Türkiye Büyük Millet Meclisinin şanına, şerefine yazık ediyorsunuz. Yanımızda ateş kavrulurken bu heyet o hafta gitmeliydi o hafta. Ve bu heyetin gidişini de 20 Kasım’a erteliyorlar, ayrıca bir şey söyleyeyim, biraz önce Grup Başkanımız Selçuk Özdağ Bey hatırlattı, Selçuk Bey Japonya’daydı Japonya Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonunun Doğu Türkistan’la ilgili daveti vardı orada konuştular, diğer partilerden katılımlar oldu bizim grubumuz dışında. Oradan dün önerge verdi bizim grubumuz Saadet-Gelecek Grubu. Doğu Türkistan’a bir gezi tertip ederek orayı bizzat gözleyebilmek için. Ne oldu biliyor musunuz? Yine reddedildi, iktidar tarafından. İlişkileriniz iyiyse niye gidemiyorsunuz? 2009’da olaylar bunun çok gerisindeyken Dışişleri Bakanı olarak olaylar başladıktan 1-2 ay sonra ben Pekin’e gitmeden Kaşgar’a ve Urumçi’ye gitmiştim. Arkasından Büyük Millet Meclisi heyetleriyle gitmiştim ve Çinliler bize oraları izah etmek zorunda hissetmişlerdi kendilerini de gayet de vurgulu bir ziyaret yapmıştık. Niye şimdi gidemiyorsunuz? Çünkü biraz önce Sayın Karamollaoğlu’nun dediği gibi borç alan emir alın, borç alan susar. Bugün maalesef karşı karşıya kaldığımız tablo bu.

Yapılması gerekenler, İslam İşbirliği Teşkilatı tekrar toplantıya çağrılsın acilen toplantıya çağırılsın dedik ve şunu da ekledik: İslam İşbirliği Teşkilatı liderler düzeyinde toplansın ben bilirim İslam dünyasının nasıl işlediğini. Lider yoksa o ülkenin orada karar almak hemen hemen imkansızdır ve zaman kazanmaya dönük olur. Derhal toplansın, peki ne karar alsın? Türkiye bu İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısına giderken elinde bir eylem paketiyle gitsin ve bu eylem paketini hatta mümkünse gitmeden bazı ülkelerden de imzalar alsın ve topluca sunsunlar. Oraya gidip de karşılıklı nutuklar atıp gelmeyin.

Bir, normalleş derhal durdurulmalı İsrail’le her türlü normalleşme.

İki, 1967 savaşı sonrası İslam İşbirliği Teşkilatının deklare ettiği ambargolar, İsrail’le ilgili ambargolar bütünüyle geri gelmeli. Ambargolar demişken şunu da ifade edeyim: Bizim Hükümetimiz de el ele dolaşıyor halkı İsrail’i destekleyen firmaları boykota çağırıyor değil mi? Allah aşkına arkadaşlarımız çıkardılar kaç tane o firmalardan birçoğu Oracle dahil kamu ihalelerine gidip devletten para alıyorlar. Duydum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Meclis Başkanlığı da Coca Cola boykotuna başlamış. Arkadaşlar, bırakın bırakın şovu bırakın. Boykotu bu halk yapar, siz devlet olarak İsrail’e destek veren firmalara gerçekten bir müeyyide uyguluyor musunuz? Çıkarın listeyi ve şu firmalar bir devlet ihalesine giremez, iki kamu kurumlarında şube, yer açamaz Starbucks gibi. Öğrenci yurtlarına giremez, üniversitelere giremez, devletin denetimindeki hiçbir yere bu ürünler girmeyecek diye karar deklare edin bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi gece yarısı yayınlayın. Ve halk da bilsin ki siz protesto ediyorsunuz biz de edelim desin.

Üç, İsrail’in bölgede tümüyle izole edilmesi lazım. Nasıl onlar Gazze’yi bir gettoya çevirdiyse bölge ülkeleri ve İslam dünyası da İsrail’i bir gettoya çevirmeli, bir şekilde izole etmeli ta ki Gazze’deki izolasyon bitsin. Bunu nasıl mı yapacağız? Hava sahalarını kapatın, hiçbir uçak İslam ülkelerinin hava sahasından uçarak İsrail’e ulaşamasın. Ticari ilişkileri durdurun, Antalya’dan hala giden gemilerin İsrail televizyonu her gün yayınlıyor biz takip ediyoruz. Her gün yayınlıyor bakın Türkiye bize şey gönderiyor diye. Sırf Gazzelilere işkence etmek için biz Türkiye’den bu malları alıyoruz demek için. Şimdi durdurmaya çalıştıklarını duyuyorum tümüyle dursun.

Petrol sevkiyatını durdurun altı.

Yedi, Batılı ülkelere net bir tarih verin ve soykırımın durmaması halinde 1973 petrol ambargosu benzeri uygulamalara gideceğini söyleyin.

Sekiz, insani yardımlar için Sina’nın Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilmesini sağlayan. İşte arkadaşlarımız İsmailiye Ariş’e, Refah’a geçemediler. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri kahramanca bir mücadele veriyor insan haklarından saygı duyuyorum, çok da yakın dostumdur Antonio Guterres. Onun Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olması bir şanstır, ama elinde güç yok. Bütün Sina İsrail saldırıları karşısında Birleşmiş Milletlerin güvenli bölgesi ilan edilmeli ve insani yardımlar hiçbir tehdit olmadan Refah’a ulaşabilmeli.

Dokuz, Gazze’ye giriş kapısı Kerem Shalom’un Birleşmiş Milletlere derhal devredilmesi lazım. Şimdi haritayı bilmeyenler şey yapabilir zannedilir ki Refah’tan doğrudan giriyor yardımlar hayır. Refah’tan İsrail topraklarına giriyor, İsrail’den tekrar Kerem Shalom kapısından içeri giriyor. Orada da bütün kontrol İsrail’de. Biraz önce arkadaşlarımız dedi ki, kefen bezine izin veriyor, ama ilaca izin vermeyebiliyor. Dolayısıyla, o Kerem Shalom kapısının 2012’de 2014’te biz bunun müzakeresini yapıp o kapının sorumluluğunu Türkiye olarak alıyorduk Avrupa Birliğiyle birlikte. O kapının sorumluluğu Birleşmiş Milletlere derhal devredilmeli, İsrail’in kafasına göre insani yardımları engellemesi önlenmeli.

On, Gazze’nin boşaltılmasının asla kabul edilmeyeceğini ilan edin. 1948-1967 mültecilerinden sonra 2023 mültecileri gibi bir olgu yaşanmasın. Dünden beri işte Türkiye’ye şu kadar para verilecek 750 bin veya 1 milyon Gazzeli gelecek. Arkadaşlar, Gazzeliler başımızın tacıdır, ama bir tek Gazzelinin dahi Gazze’den çıkması Filistin davasına ihanettir, asla Gazze boşaltılmamalı. Tam da İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedefine ulaşması için yaptığı şeyler bunlar etrafı insansızlaştırmak, mümkün olduğu kadar insansızlaştırmak. Çünkü kendi nüfusları oraları doldurmaya yetmeyeceği için insansızlaştırmak. Bu konuda bizim de İsrail’e söyleyecek çok sözümüz var, çünkü biraz önce Mustafa Bey biz Yahudi karşıtı değiliz Siyonizm karşıtıyız dedi çok doğru bir şekilde. Tarihte bir devletin devlet kararıyla ve fermanı bir padişah fermanıyla, bir kral fermanıyla başka bir yerden toplu mülteci aldığı en yüksek rakamlı mülteci aldığı tek örnek vardır Osmanlı Devletinin 1492’de İspanya’da zulüm gören Yahudileri İzmir ve Selanik’e getirmesi. Yani bizim tarihimiz tertemiz, tertemiz bu konuda. Bir kez söylemiştim, tekrar söylüyorum; bu İsraillilere, bu Siyonistlere üstün ırk olmadığını öğretecek tek millet biziz Allah’ın izniyle. Almanlar öğretemez, çünkü yaraları var, tarihi sorumlulukları olduğunu söylüyorlar. Alman büyükelçisine de ifade ettim, birçok yerde da daha önce söyledim; Avrupa’nın tarih sorumluluğu varsa, bedelini Filistinlilere ödetemez. Ne ise bedeli kendileri ödesin, nerede toprak verecekse versinler, ama yeter artık. İsrailli yerleşimcileri tekrar-tekrar bölgeye getirip Gazze’yi insansızlaştırma karşısında ortak bir tavırla asla demek zorundayız.

11: Yaşanan soykırımla ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuru yapılsın, İslam İşbirliği Teşkilatı olarak başvurulsun. Örnek mi? Gambiya çok doğru bir kararla 2019 yılında 57 İslam ülkesi adında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Arakan Rohingya Müslümanları için başvuruda bulundu ve 2020’de başvuruda bulundu ve 2020’de başvuru kabul edildi. Dün yeni bir girişim başlatmak için 2 gün önce, uluslararası hukuk ve ceza hukukunun belki de dünyadaki en duayen ismi Richard Falk’la görüştüm, kendisi Musevi’dir, Birleşmiş Milletler raportörü olarak 2008’de İsrail tarafından Filistin’e sokulmadı, ama muhteşem bir rapor yazdı, bu yüzden İsrail tarafından da hala tehdit edilir. 93 yaşında, inşallah onunla birlikte dünya aydınları arasında, dedim ki kendisine, acil ateşkes gibi bir çağrı yapalım, uluslararası ilişkiler alanında çalışanlar, dünya, küresel aydınları. Dedik ki niye öyle yapıyoruz ki, ateşkes zaten yapılması lazım. Çağrımız şu olmalı dedi: Soykırımı derhal durdurun, sadece ateşkes değil soykırımı derhal durdurun ve çok net bir şekilde şunu ifade etti, bu yapılan soykırımdır ve soykırımla ilgili 1948-1973 konvansiyonlarına aykırı bir durum vardır, soykırım davası açılmalıdır İsrail’e karşı. Bunu yapacak olan da İslim İşbirliği Teşkilatı, Gambiya örneğinden hareketle yapabilir.

12: Kalıcı bir çözüm için iki devletli kesin ve kalıcı çözümün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmış ve teminat altına alınmış bir takvime bağlanması için ortak bir girişimde bulunmalı. Bu çözüm hayata geçene kadar İsrail’le hiçbir İslam İşbirliği Teşkilatı üyesinin ilişki geliştirmeyeceği ilan edilmeli. Oslo süreci, bir kez Hamas lideriyle Filistin bu ateşkes görüşmeleri esnasında dedi ki, aslında bir barış görüşmeleri gibi bir şey başlatılsa… Çok doğru bir şey söyledi onlardan biri, dedi ki; Oslo’da barış yaptılar, peki 30 yıldır neden Filistin devleti hala yok, biz silahları bıraksak, Filistin devletinin kurulacağının garantisi ne? Mahmut Derviş, Oslo’ya bunun için karşı çıkmıştı. FKÖ, Filistin Kurtuluş Örgütü Yürütme Konseyi üyesi olarak. Şimdi Batı Şeria’da dahi insanlar vurulurken, dün itibariyle 163 Batı Şeria’da Filistinli öldürüldü, 2 bin 500 kadar yaralı var. Yani Bati Şeria Gazze değil, orada Hamas da yok, niye öldürüyorsunuz? Mesele Hamas ya Filistin Kurtuluş Örgütü değil, mesele Filistin’in tümüyle işgal edilip insansızlaştırılması ve tümüyle bir etnik kıyımın, soykırımın yapılması. Dolayısıyla önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, bir yol haritasıyla 2024’ün Temmuz’unda Filistin devleti sınırları belli ve Doğu Kudüs Başkenti olmak üzere ilan edilecek desin, o zamana kadar da herhangi bir İslam ülkesi, İsrail’le herhangi bir ilişki geliştirmesin.

Diğer ülkeler nezdinde Güney Afrika Cumhuriyet’i ve Brezilya öncülüğünde, eğer İslam İşbirliği Teşkilatı yapmazsa bakın birçok ülke, selamlıyorum burada, Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını selamlıyorum, Brezilya Cumhurbaşkanını selamlıyorum, Bolivya’yı, Kolombiya’yı, Şili’yi, büyükelçilerini Türkiye’den çok önce çekmiş olan birçok ülkeyi de selamlıyorum. Mademki İslam İşbirliği Teşkilatı harekete geçmiyor, dün Twitter hesabımdan yayınladım, Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının muhteşem bir konuşması var, Cyril Ramaphosa’nın. Yarın da Güney Afrika Cumhuriyeti büyükelçisini ziyaret edip Sayın Cumhurbaşkanına takdir ve teşekkürlerimi ifade eden bir mektup sunacağım. Biz diyor apartheid yaşadık, ne olduğunu biliriz, Filistin’de bugün apartheid vardır. Ben bunu Richard Falk’a söylediğimde apartheid’ta bunlar yaşanmadı, evet insanlar toplama kampı gibi tutuldu, ama havalar bombalanmadı, şimdi olan soykırımdır soykırım. İnsani bir mesele, mademki sadece Müslümanların meselesi olarak ele almakta zorluk var, derhal Filistin Dostları Grubu toplansın, eminim buna birçok ülke, bizzat tanıdığım için Brezilya Cumhurbaşkanı, Güney Afrika Cumhurbaşkanı da destek verebilir, bir tarafsız topluluk olarak birçok Batı ülkesinin eski liderleri de destek verebilir bugünküleri cesaret etmese bile.

Yine Amerika Birleşik Devletleri nezdinde yoğun girişim, Dışişleri Bakanı geldi, ne elde eldi, ne oldu şu anda bilmiyoruz. Ama mademki İsrail söz dinlemiyor, söz dinletilecek yer Washington üzerinden baskı yaptırmaktır. Derhal bu konuda bütün İslam dünyasıyla birlikte, ama özellikle Türkiye’nin etki gücünü kullanması lazım.

13: NATO’da Doğu Akdeniz’deki artan yığınakla ilgili bilgi ve koordinasyon talep edilmeli. NATO’da bilgilendirme vardı bütün askeri hareketlerle ilgili. Türkiye, komşu bir ülke olarak, Doğu Akdeniz’de kıyısı olan bir ülke olarak NATO’da şu soruyu sorma hakkına sahip: Amerika Birleşik Devletleri donanması, İngiliz donanması, müttefik donanmalar, Doğu Akdeniz’de hangi askeri planlamaları yapıyorlar, çünkü biz etkilenebiliriz. Bu soruyu dahi sormuyorlar. Sonra bu beyefendi, biraz önce zikrettiğim, Tayyip Erdoğan muhtar bile olamaz diyen beyefendi beni niye suçluyor biliyor musunuz bir taraftan da, Türk donanması Doğu Akdeniz’e çıksın dediğim için. Bunların coğrafya bilgisi de bu kadar, ya Doğu Akdeniz’de bu kadar donanma varsa, Türk donanmasının orada olmasından sen niye gocunuyorsun, kim adına gocunuyorsun, onu söyle bakalım. Amerika Birleşik Devletleri mi konuşturuyor seni orada Türk donanması olmasın diye? Türk donanması ne için vardır, Türk karasularını ve Türkiye’nin denizlerdeki hâkimiyetini korumak için vardır, bu savaşçılık mı? “Hazır ol harbe, ister isen sulh-ü salâh” der eskiler. Doğu Akdeniz’de savaş patladı patlayacak, Amerikan donanması, orada ne işin var diye soran yok, bizimkiler dönmüşler birileri adına, ağa babaları adına bize hesap soruyorlar. Siz gidin, neyi yudumlayacaksınız, neyi içecekseniz, oturun o sofralarda konuşun. Bu topraklar sizi çok dinledi, bundan sonra bu toprakların insanı konuşacak, bundan sonra bu insanlara yukarıdan bakamayacaksınız, bize tarih öğretemeyeceksiniz, biz size tarih öğreteceğiz. Bize kimlik veremeyeceksiniz, biz size kimlik vereceğiz.

14: Avrupa Birliği’yle temasa geçerek -toplamda 16 oldu, ayrı maddeler halinde- Ukrayna ve Filistin konularına tutarlı bir tutum sergilenmesiyle ilgili bir eylem planı teklif edildi. Arkadaşlar, Rusya’nın Ukrayna’da işlediği söylenen savaş suçları varsa, onların katlısı Gazze’de işleniyor. Amerikan Pentagon Sözcüsünün açıklamalarına bakın: Ukrayna’daki benzer olaylarla ilgili, sivil kayıplarla ilgili, “bu kabul edilemez, insan hukukuna aykırı” diyor. Güzel, biz de aynı kanaatteyiz. Gazze olunca, ateşkes için erken, tabii teröristlerle mücadele edilirken sivil kayıpların da olması doğal diyor. Böyle bir çifte standartlı yaklaşımla dünya düzeni mi olur? Olacaksa dünya düzeni, ey o çok bilmişler, siz hangi taraftasınız, tarafınızı söyleyin biz de bilelim. Kiminle mücadele edeceğiz, kiminle omuz omuza vereceğiz, biz de bilelim.

Değerli arkadaşlar; son olarak da bir kez daha Hükümete ve yetkililere sesleniyorum, muhalefet ve sivil toplum ile eşgüdüm halinde Filistin politikası yürütün. Biz kimseyle mutlaka şu surette görüşelim gibi bir çaba içinde değiliz, ama bize bari engel olmaması için yürüttüğümüz çabaların Türkiye Cumhuriyet’i Devleti ile koordineli yürütülmesi açısından bunu bir devlet görevi olarak görüyorum. Meclis’i öyle rastgele bir bilgilendirmeyle değil, gerçek bir bilgilendirmeyle sivil toplum ve muhalefet ile koordineli yürütün. Sivil toplumda İHH başta olmak üzere hepsini takdir ediyorum, sürekli de temas halindeyim. Bu davaya sahip çıkan herkese selam ediyorum, teşekkür ediyorum. Bu dava kimsenin şahsi tek elinde değildir ve tek başına bir kişinin, bir partinin, bir iktidarın çözeceği bir mesele değildir. Hepimiz için seferberlik vaktidir.

Şu AK Parti kitlelerine de seslenerek ifade etmek istiyorum; bizler, aynı dava ve ilkeler için yola çıktık. Aynı vurguları, aynı temaları işledik 90’lı yıllar boyunca, 2000’li yıllarda. Bu geniş muhafazakâr kesimler üzerinde yukarıdakilerin bir bildiği vardır diyerek susmayın. Yukarıdakilerin bazen bildikleri değil çekindikleri olabilir, siz onlara ne yapılması gerektiğini gösterin. Gün yaylaya çıkma vakti günü değil, gün her an ve her nefeste Gazze için ne yapabilirim sorusunu sorma vaktidir. Bu meseleyi biz ne Gelecek Partisi, ne Saadet Partisi, bir parti meselesi olarak görmüyoruz. Bu mesele, biraz önce söylediğim tarihi gerekçelerle milli bir meseledir, biraz önce okuduğum şiirler ve söylediğim ifadelerle de bütün bir insanlığın meselesidir. Gazzeli kardeşlerimiz asla yalnız değildir ve asla yalnız kalmayacaklardır.

Allah’a emanet olun.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.