Yaşadığımız ortamda “Müslümanım.” diyen herkesi bekleyen pek çok tehlike mevcut. Her ne olursa olsun bizler imtihan nazarıyla bakmamız gereken her bir sıkıntıdan yüzümüzün akıyla çıkmanın gayreti içerisinde olmalıyız. Varsa açmaz bir durum, karanlığa küfretmek yerine bir mum yakıp hem kendimizin hem de kardeşlerimizin yolunu aydınlatmaya çalışmalıyız. Nemelazımcılık ve “Bana değmeyen yılan bin yaşasın.” sözü bir Müslümana ait olamaz. Zira bu, kendisine zarar gelmedikçe etrafında gerçekleşen olumsuz olaylara izin vermek anlamına gelir ki böyle bir tutum Müslüman bir şahsiyet için düşünülemez. Müslüman kardeşim için en güzel örnek Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu için onun şu sözlerini şiar edinmelidir: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” (Müslim, “Îmân”, 78)
Söz konusu problemlerden biri de toplu taşıma araçlarında yaşlılara, hastalara, hamilelere ve bayanlara yer verilmesi yönündeki dinimizden süzülmüş kültürümüzün, örf ve adetlerimizin büyük oranda örselendiğine şahit olmaktayız. Geçenlerde ayakta yaşlılar, hastalar ve bayanlar varken koltuklarında rahatça oturmuş, kulaklıklarını takarak veya başlarını ellerindeki telefonlara gömerek devekuşu misali etrafındakileri uyuttuğunu sanan gafil gençlere şahit oluşumun bilmem kaçıncı yılı. O gün otobüste yolun sonlarına doğru yanı başımızda bir bayan bayılıp yere düştü ve başını sertçe yere çaptı. Bereket versin hastahaneye yakındık, acile ulaştırma imkânı oldu. Gençler bunun vebali ağır olur. Sizin yaşlı veya hasta anne-babanız, dede-nineniz, kız kardeşiniz, ablanız yok mu? Yarın siz de gençliğinizi veya sıhhatinizi kaybettiğinizde aynı duruma düşmeyecek misiniz? Ya da şöyle diyeyim. İllaki böyle bir yakınınızın olması ya da böyle bir duruma düşmeniz mi gerekir?
Sözü fazla uzatmadan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sadece yaşlılara hürmet hususundaki bir hadisini vermekle yetinelim: “Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında kendisine hizmet edecek kimseler lütfeder.” (Tirmizî, “Birr”, 75) En azından empati yapıp kendimizi toplu taşıma araçlarındaki yaşlıların, hastaların … yerine koyup durumu değerlendirmek daha doğru olur. Zira bu hususta Hz. Peygamber, kişinin kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe, olgun mümin olamayacağını ifade etmiştir. (Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 59)
Toplu taşıma araçlarında veya başka yerlerde yukarıda söz konusu ettiğimiz kimselere yardımda bulunmak için Müslüman olmak da gerekmez. İyi bir insan olmanın da gereği budur. Yani bu hususta gençlerin olumsuz tutumu, aslında hiçbir kitaba uymamaktadır. Âdâb-ı muâşeretin küçük bir nüvesi olan bu nezaketi bilme, bir öğreticiye ihtiyaç duyduğu için bu hususta ebeveynlerin yanı sıra eğitim-öğretim vazifesini üstlenenler de kusurludur. Makinanın her bir çarkının pürüzsüz olarak işlevini icra etmesi gerekir. Herkes sorumluluğunun bilincinde hareket etmek durumundadır.
Bakınız İslam’ın yapılmasını emrettiği pek çok hususta kişiyi bencilliğinin prangalarından koparıp erdemli bir insan kılmayı hedeflediğini müşahede etmekteyiz. Belki de İslam’da zekâtın özellikle usul-furu gibi çok yakın akrabalara verilmemesi yönündeki talimat, Müslümanların sadece akrabalarına değil, yabancılara da ihsanda bulunması gerektiği duygusunu geliştirmeyi hedeflemiştir. Hz. Peygamber’in imanın en düşük derecesinin, yollarda insanlara sıkıntı veren bir nesneyi kaldırıp atmaları olduğu yönündeki sözü de böyle anlaşılmalıdır. (Buhârî, “Îmân”, 3) Demek ki neymiş? Sadece bize değil, başkalarına da zarar vermesi muhtemel şeyleri yoldan kaldırmak, imanın en küçük cüzüymüş. Bu minvalde kısa bir süre önce gördüğümüz bir kötülüğü dilimizle düzeltelim istedik. Bir de imanın en üst derecesi olan “La İlâhe İllallâh” lafzı ile problemi olanlar türedi son zamanlarda. Bunlara imanın en küçük cüzünü nasıl anlatacağız bilemiyorum. Vardır elbet müspet bir yolu.