Mehmed Âkif’in 18 Haziran 1936 Perşembe günü İstanbul’a dönüşünü anlatan İbrahim Öztürkçü, “Akif, Mısır-İngiliz kumpanyasına ait, Mısır bandıralı, beyaz renkli “Muhammed Ali el-Kebîr” gemisi ile Galata rıhtımına ayak basmıştı. Karşılayanlar 12 kişi idi; ailesi, birkaç yakın dostu dışında bir profesör, bir öğretmen, bir asker, bir sahaf, bir de kâhya vardı aralarında.”
Mehmet Akif’in vefat ettiği Mısır Apartmanı uzun çalışmalar sonucunda hatıra evi olarakziyarete açıldı. Mısır’dan hasta olarak dönen ve ömrünün son 6 ayını İstanbul’da geçiren Akif’in İstanbul’daki son günlerini, Mısır Apartmanı’ndaki dairesini, dostlarını Akif üzerine yaptıkları çalışmalarla tanıdığımız M. Ruyan Soydan ve İbrahim Öztürkçü ile konuştuk.
Uzun zamandır merakla beklenen ve Mehmet Âkif’in son günlerini geçirdiği Mısır Apartmanı’ndaki dairesi nihayet hatıra evi olarak açıldı. Öncelikle Mısır Apartmanı’nın geçmişini sizden öğrenmek isteriz.
İbrahim Öztürkçü: Cumhuriyet’in ilk yıllarında Bankalar Caddesi’nde noterlik yapan Midhat Cemal Kuntay’ın da bir süre oturduğu Mısır Apartmanı, Prens Abbas Halim Paşa tarafından, eski Eldorado Cafe Chantan’ın bulunduğu yer satın alınmak suretiyle Ermeni Mimar Hovsep Aznavuryan’a kışlık ve altı katlı bir konak olarak inşa ettirilmişti. İstanbul’un Art Nouveau stilinde tasarlanmış ilk betonarme yapılarından biri olan binanın temeli 30 Mayıs 1910 tarihinde atılmış, yanında yer alan Saint Antoine Kilisesi’nin yapımı sürerken bina satın alınmıştır. Birinci Millî Mimarlık döneminden izler de taşıyan eklektik binaya, yakın zamanlarda dışarıdan fark edilmeyen iki kat ilave edilmiş ve dairlerde değişiklikler yapılmış olsa da cephesi, kemerleri, kornişleri, çıkmaları, bezemeleri, gösterişli ve heykelimsi kabartmalarıyla günümüze kadar orijinalitesini korumuştur. Konak, 1935 yılında Abbas Paşa’nın ölümünden sonra apartmana dönüştürülmüş, vârisleri tarafından katlara bölünüp dönemin ünlü işadamlarından Hayri İpar’a satılmıştır. Dolayısıyla apartmanla uzun yıllar Hayri Bey’in oğlu Ali İpar ilgilenmiş, İpar ailesinin mülkiyetinde apartmanda pek çok değişiklik yapılmıştır. Mefruşat mağazası Lazzaro Franco, züccaciyeci Karaoka, İstanbul yüksek sosyetesinin dişçisi Sami Grünzberg, Dişçi Onnik Kumruyan ve Arşak Sürenyan, sosyete terzisi olarak bilinen Nedret Hanım, İstanbul’un ünlü gelinlikçisi Lütfiye Arıbal, Terzi Cemal gibi birçok önemli isim ve meslek erbabının yolu Mısır Apartmanı’ndan geçmiştir. Bu isimlere apartmana 1964’te yerleşen ve dairesini avukatlık bürosu olarak kullanan siyasetçi Hüsamettin Cindoruk’u da eklemek gerekir. Bir süre boş kalan apartmanın büyük bölümü 2000 yılından beri Koray İnşaat himayesinde kalmıştır. Apartman’ın günümüze kadar uzanan kısa hikâyesi böyle…
Yazarların ikamet ettiği, eserlerini ürettiği ve hatıralarını sakladığı hafıza mekânları hükmünde olan adresleri edebiyat tarihinde önem arz ediyor. Mehmet Âkif’in bu anlamda Mısır Apartmanı dışında hangi mekânlarla bağı şairin hayatına ışık tutuyor?
İbrahim Öztürkçü: Dostlarına yakın olabilmek için sık sık ev değiştiren Mehmet Âkif’in mekânlarından çok, semtlerinden bahsetmek daha doğru olur kanaatindeyim. Bununla birlikte Fatih Sarıgüzel’deki baba yadigârı ev ile Üsküdar Beylerbeyi’nde ve Çengelköy Havubaşı’da bir müddet ikamet ettiği konak ve evleri şairin hayatındaki hafıza ve hatıra mekânlarına dâhil edebiliriz. Mehmed Âkif’in Emrullah Efendi’ye yakın olabilmek için iki sene Bakırköyü’nde ev tuttuğunu, Ankara dönüşü bir müddet Selimiye semtine mücavir İhsaniye’de Şevket Paşa’nın eczaneye bitişik evinde kaldığını, II. Meşrutiyet sonrası farklı tarihlerde Beylerbeyi’nde Küplüce’deki köşkte ikamet ettiğini yakın dostlarının hatıralarından öğreniyoruz. Ne kadar doğru bilinmez ama Midhat Cemal, bu mekânlara bir de Kıztaşı’ndaki küçük evi dâhil etmektedir.
22 NUMARALI DAİRE ASLINDA YOK
Uzun süre Mısır Apartmanında hangi dairede kaldığı tespit edilememişti. Mehmet Ruyan Bey sizin gün ışığına çıkardığınız belgelerle tam olarak hangi daire olduğu kesinleşti değil mi?
M. Ruyan Soydan: Mehmed Âkif’in son günlerini geçirdiği mekânın Mısır Apartmanı olduğu herkes tarafından bilinmesine rağmen, bu dairenin apartmanın hangi dairesine tekabül ettiği hususunda, yakın zamana kadar, elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktaydı. Âkif’le ilgili kaleme alınan hatırat ve ilk dönem kaynaklarında da maalesef en ufak bir bilgiye dahi rastlayamıyoruz. Konuyla ilgili 2013 yılında yapmış olduğumuz bir çalışmada bunun izlerini yakalamış ve tespitlerimizi bir sempozyumda sunmuştuk. Mehmed Âkif’in Mısıra gitme sebeplerinden birisinin, “bir suçlu gibi peşime hafiye taktılar” diye şikâyet ettiği takip edilme meselesi olduğu malûmdur. Ömrü boyunca da takibata uğradığı arşivlerde yer alan vesikalarda bugün açıkça görülmektedir. Dönemin emniyet, vilayet ve içişleri bakanlığı evrakları arasında Mehmed Âkif ile ilgili bir hayli yazışmaların olduğunu görmekteyiz. Söz konusu kayıtlarda Âkif’in sadece Türkiye’de değil yurt dışında da takip edildiği, yurda döndükten sonra da bu durumun devam ettiği anlaşılmaktadır. İşte, Âkif hakkında tanzim edilmiş olan bu evraklar, aradan bunca yıl geçtikten sonra ortaya çıkmış ve Mısır Apartmanı’ndaki bahse konu olan dairenin tespiti hususunda bizim için çok önemli vesikalar haline gelmiştir. Şöyle ki, Âkif’in yurda dönmesini müteakip hakkında düzenlenen söz konusu evraklarda onun, “Beyoğlu’nda Mısır apartmanının beşinci katında 22 sayılı dairesinde Abbas Halim Paşa ailesinden Prenses Emine’nin vekil-i umûru Fuad Şemsi’nin yanında oturduğu” ifade edilmektedir.
Dairenin tespitinde bu bilgiler yeterli miydi peki?
M.R. Soydan: Burada hemen belirtmeliyiz ki, yazışmalarda yer alan “22 sayılı daire” tabiri ile, apartmanın “22 kapı numaralı dairesi” değil, tapu idaresinin kayıtlarında yer alan 22 sayılı bağımsız bölüm işaret edilmektedir. Zira, Mısır Apartmanı’nda 22 kapı numaralı bir daire o dönemde bulunmamaktaydı. Ayrıca, binanın bağımsız bölümlerinin teferruatlı listesinin yapıldığı 1969 tarihli tapu sicil idaresine ait bir evrakta, binada mevcut 32 bağımsız bölümden sadece birinci kat ilâ beşinci katta yer alan apartman dairelerine kapı numaralarının verilmiş olduğu, bodrum, zemin ve çatı katında bulunan diğer bölümlerin ise kapı numaralarının olmadığı, 22 sayılı bağımsız bölümün kapı numarasının 13 (mükerrer 14) olduğu görülmektedir (1’den başlayıp 20’ye kadar teselsül ettirilen daire numaralarında 13 numarası muhtemelen bâtıl bir inanış sebebiyle atlanmış olup aynı daire mükerrer 14 olarak zikredilmiştir). Diğer taraftan, sözü edilen dairenin dördüncü katta yer almasına rağmen yazışmalarda, beşinci kat olarak belirtilmiş olması, kat sıralamasına alelusul giriş katından başladığını göstermektedir.
Özetle bahsettiğimiz tüm bu veriler dikkate alındığında, Âkif’in ikamet ettiği dairenin 13 kapı numaralı daire olabileceği kuvvetle muhtemel görünmektedir.
HATIRA EVİNDE DOSTLARI YOK
Hatıra evdeki eserlerle ilgili de konuşmak isterim. Önce müze yapılacaktı sonra hatıra evi oldu sanırım. Mehmet Âkif’i bu evi ne kadar yansıtıyor? Neler söylersiniz?
M. Ruyan Soydan: Her şeyden evvel burasının bir “Hâtıra Evi” olarak düzenlendiğini belirtelim. Küçük bir mekân, müze olmaya elverişli bir yer değil. Bu sebeple bu mekânda Âkif’le ilgili eser ya da objelerden ziyade, elimizde bulunan fotoğraflar ve evrakların modern bir tasarımla sunumu düşünülmüş, Âkif’in hayatından bazı karelerin yansıtılacağı bir proje ortaya konmuştur. Lâkin benim şahsi kanaatim burasının Âkif’in tüm hayatını kapsayan bir anı evi olmasından ziyade, onun son demlerini geçirdiği ve o zamanın havasını yansıtan bir mekâna dönüştürülerek burada Âkif’in son günlerinin -belki de balmumu heykeller eşliğinde- canlandırılmasının daha uygun olacağı şeklindedir. Tabii ki, Abbas Halim Paşa’nın, Prenses Emine Hanım’ın, Fuad Şemsi Bey’in ve Rus bakıcı Mari Mançenko‘nun da hatırlanacakları, minnetle ve rahmetle yâd edilecekleri bir “Hatıra evi” olmasını arzu ederdim.
Son olarak Haziran 1936’da İstanbul’a ayak basan ve bu sürenin büyük bir bölümünü Mısır Apartmanı’nda geçiren Mehmet Akif’in son günlerini de mercek altına almak gerekiyor. Şairi Galata Rıhtımında kimler karşıladı?
İbrahim Öztürkçü: Mehmed Âkif, Yedigün mecmuasında Mısır’dan kendisi için “otuz asır kadar uzun süren” üç gecede geldiğini Kandemir röportajında kendisi söylüyor. Şairin İstanbul’a ayak bastığı ancak 21 Haziran Pazar günü gazetelere aksetmesiyle anlaşılıyor. Bilinenin aksine benim tespitlerime göre Mehmed Âkif’i Galata rıhtımında karşılayan 12 kişi vardı. Mehmed Âkif, 18 Haziran 1936 Perşembe günü bir Mısır-İngiliz kumpanyasına ait, Mısır bandıralı “Muhammed Ali el-Kebîr” gemisi ile Galata rıhtımına ayak basmıştı. Yanında eşi İsmet Hanım vardı. Karşılamaya gelenler şu isimlerdi: Büyük kızı Cemile Doğrul, küçük kızı Suad Hanımlarla oğlu Tahir Ersoy, damadı Ömer Rıza Doğrul, şair Midhat Cemal Kuntay, Profesör Ali Nihad Tarlan, Eşref Edib, Kuleli Askeri Lisesi Edebiyat Öğretmeni Tahirü’l-Mevlevî, Sahaflardan Kitabcı Hulusi Bey, Prenses Emine Abbas Halim’in kâhyası, Fuad Şemsi Bey ve o sırada askeri öğrenci olan Fethi Tevetoğlu’ndan ibaret 12 kişi idi.
AKİF’İN MISIR’DA ÖLME KORKUSU
Akif’in İstanbul’da geçen günlerini biraz açsak son 6 ayına neler sığdırdı?
İbrahim Öztürkçü:Midhat Cemal eserinde “Âkif’in İstanbul’a değil, hastaneye geldiğini” söylüyor. Gerçekten de Perşembe günü Prenses Emine Abbas Halim’in misafiri olan Âkif, hemen ertesi Cuma günü Nişantaşı Sağlık Yurdu’nda (Teşvikiye Sağlıkevi) ihtimam ile tanınmış doktorlardan Prof. Burhaneddin Bey (Osman Tugan) ve İbrahim Osman Güçer’in refakatinde müşahede altına alınmış, tedavi edilmişti. Şair bir ay kadar Sağlık Yurdu’nda kalmış, uzun bir tedaviye ihtiyaç olduğu anlaşılması üzerine Paşa’nın “vekîl-i umûr”u Fuad Şemsi Bey’in tavassutuyla Mısır Apartmanı’nda kendisine tahsis olunan bir daireye nakledilmişti. Mehmed Âkif, bir müddet de Mısır Apartmanı’nda kaldıktan sonra Prens Halim Bey’in Alemdağı’ndaki Baltacı Çiftliği’ne götürülmüştür. Âkif, oraya çekilip oturmayı daha Mısır’da iken düşünmüş, kararlaştırmıştır. Alemdağı’nın görkemli ve münzevi ormanları arasında son günlerini geçirmenin şairin en büyük emellerinden biri olduğu anlaşılıyor. Fakat Mısır’da hayalini kurduğu vaziyetten uzak bir halde bir hasta bakıcının refakatinde Hasta manzumesinde tasvir ettiği çocuğun haline benzer şekilde bir “külçe kemik” hâlindeydi! Bu durumda Emine Abbas Halim, kendisine çok yüksek ihtimam ve şefkat göstermiş, Alemdağı’na gidip gelmesi için kendi otomobilini tahsis etmiştir. Mehmed Âkif, otomobil ile Alemdağı’na gidip gelmekte; on beş, yirmi günde bir karnında, ciğerlerinde toplanan suları aldırmak için de İstanbul’a, hastaneye inmekteydi. Kendisinin yemeklerini hazırlamak üzere hususi bir aşçı da gönderilmişti. Orada kendisine her türlü istirahat ortamı temin edilmişti. İlâçlarına Alemdağı’nda devam etmiş, karnında toplanan suları aldırmak için İstanbul’a dönünce de birkaç gün kadar Mısır Apartmanı’nda kaldıktan sonra yine Alemdağı’na avdet etmiştir. Kısacası Mehmed Âkif, biraz kendisinde mecal görür görmez hemen inzivagâhına koşmuştur. Böylece Safahât şairi kemikten ibaret bir iskelet hâlinde olmasına rağmen, son günlerini çok sevdiği memleketinin tenha, sakin bir ormanında geçirebilmiştir. Tasavvur ettiği son şiirlerini yazamamış; fakat son arzusuna kavuşarak sevgili yurdunun sevgili topraklarıyla kucaklaşmıştır. Zira Âkif’in son yıllarında en büyük korkusu “Mısır’da ölmek” ihtimali olmuştur. Hemen her gün ziyaretine gelen dostları, sevdikleri ile birer birer vedalaşan şair son nefesini, çok sevdiği İstanbul’da, Âsım gibi en önemli eserini kendisine ithaf ettiği vefakâr dostu Fuad Şemsi Bey’in kucağında vermiştir.
Kaynak : İHA