Alman yazar Eric Voegelin’in Siyasi Dinler adlı eseri Küre Yayınları’ndan çıktı. Kitabı Peter J. Opitz hazırladı ve Sezai Zeybekoğlu da tercümesini yaptı.
“Siyasi dinler” hakkındaki bu eser, ilk defa 1938 yılının Mayıs ayında Viyana’da yayımlandı. Yayınevinin geçici nasyonal sosyalist yönetimi, bu kitabın yayılması için pek gayret sarf etmediğinden eser, neredeyse hiç tanınmadı. Ama yine de, bilgili okuyucular nezdinde, diğer eserlerimle kıyaslanabilir düzeyde eleştirel tepkiler alacak kadar bilinirlik kazandı. Meseleyi ortaya koyma tarzımın son derece objektif olduğu, bu sebeple de aslında karşı çıkmaya niyetlendiğim dünya görüşlerini ve hareketleri –özellikle de Nasyonal Sosyalizmi– destekliyormuş gibi göründüğüm gerekçesiyle bana sitem edilmektedir. Yine bu tarzımın, kendi duruşumu şüpheye yer bırakmaksızın ortaya koyacak bir şekilde hüküm verme ve yargıda bulunma kararlılığından yoksun olduğu ileri sürüldü.
Bu eleştiriler, dünyanın hâlihazırdaki durumuna ve münferit kişilerin bu durum karşısındaki tutumuna yönelik temel sorulara temas etmektedir. Bugün Nasyonal Sosyalizm’e derin karşıtlığını güçlü etik hükümlerle ilan eden siyasallaştırıcı bir entelektüel tipi mevcuttur. Bu eleştirmenler, ekseriyetle bu tipin mensubudur. Bu entelektüel tipi, elindeki tüm edebi imkânlarla mücadele etmeyi görevi ve sorumluluğu telakki etmektedir. Bunu ben de yapabilirim; fakat benim siyasi Kolektivizme karşı antipatim, Dante’nin bu araştırmanın başındaki dizesini okumasını bilen herkesin malumudur. Kültürlü ve daha az kültürlü mahkûmiyet ifadeleri konusunda oldukça geniş bir hazineye sahibim. Bu antipatimi, Nasyonal Sosyalizm’e karşı siyasallaştırıcı haykırışlar çerçevesinde geniş bir kitleye yaymamamın birçok sebebi vardır. Fakat burada, bu sebeplerden sadece en önemlilerine temas edebilirim.
Siyasi Kolektivizm, sadece siyasi ve ahlaki bir fenomen değildir. Onun içindeki dinî unsur çok daha önemli görünmektedir. Etik karşı propaganda olarak edebi mücadele önemlidir; fakat bu propagandanın mühim olanı kamufle etmesi tereddüt uyandırmaktadır. Hatta bu, iki kat daha tehlikelidir, çünkü etik açıdan çirkin eylemlerin altında derin ve tehlikeli bir fenalığın gizli olduğunu dikkatlerden kaçırmaktadır ve ahlaki bir kural olmaktan başka daha derin bir sebep bulamaması halinde araçları etkisiz ve şüpheli kalmaktadır. Yani Nasyonal Sosyalizm’e karşı mücadele etik olarak da sürdürülmesin demek istemiyorum; fakat bu mücadele –bana göre– yeteri kadar radikal bir şekilde yürütülmemektedir, zira kökleri, yani dindarlıktaki temelleri eksiktir.
Nasyonal Sosyalizmin dinî açıdan ele alınışında hareket noktası, dünyada kötülüğün mevcut olduğu ve bu kötülüğün sadece –negatif bir unsur olarak– varoluşun eksik bir sureti değil, aynı zamanda dünyada etkili gerçek bir cevher ve güç olduğu varsayımı olmalıdır. Yalnızca ahlaki açıdan fena değil, aynı zamanda dinî açıdan da kötü şeytani bir cevhere karşı, yine aynı şiddette iyi bir dinî güçle mukavemet gösterilebilir. Şeytani bir güce karşı sadece ahlakilik ve insanilikle mücadele edilemez.
Fakat bu zorluk, basit bir kararla ortadan kaldırılamaz. Bugün Batı’da, dünyanın ağır bir kriz içinde bulunduğunu, kökü ruhun sekülerleşmesinde ve dünyevi ruhun dinî köklerinden ayrılmasında yatan bir kaybolma sürecinin içinde olduğunu ve bunun, ister tarihî kiliseler çerçevesinde ister dışında olsun, sadece dinî bir yenilemeyle sağlığına kavuşturulabileceğini bilmeyen ve bunu ifade etmeyen önemli bir düşünür yoktur. Bu yenileme, büyük ölçüde sadece büyük dinî kişiliklerden kaynaklanabilir; fakat kötülüğe karşı mukavemetin ortaya çıkacağı zemini genişletmek için herkesin hazır olması ve elinden geleni yapması mümkündür.
Konuyu siyasallaştıran entelektüeller, işte bu noktada tamamen başarısız olmaktadır. Nasyonal Sosyalizm’in; barbarlığa, Ortaçağ karanlığına ve insanilikteki yeni ilerlemeler öncesine bir dönüş olduğunu tekrar tekrar duymak ve bunu söyleyenlerin, hayatın insanilik fikrini beraberinde getiren sekülerleşmesinin Nasyonal Sosyalizm gibi Hristiyanlık karşıtı dinî hareketlerin gelişebildiği bir zemin olduğundan habersiz olması dehşet verici bir durumdur. Din konusu, sekülerleşmiş bu ruhlar için bir tabudur ve bu konuyu ciddiyetle ve kökten dile getirmek; onlar için tehlikeli, belki de barbarlık ve Ortaçağ karanlığına geri dönüş gibi görünmektedir.
Bu sebeple, beni o etik savunma mücadelesine dâhil etmek yerine, zamanımızın dinî esas meselesini açıklamak ve mücadele edilmesi gereken kötülük fenomenini tanımlamak, bana daha önemli görünmektedir. Eğer tasvirim aşırı “objektif” görünüyor ve Nasyonal Sosyalizm’in “reklamını yaptığım” intibaını uyandırıyorsa, bu, benim için tasvirimin doğru olduğunun bir işaretidir. Çünkü şeytani olan sadece ahlaki olarak negatif ve dehşet verici değil, aynı zamanda bir güç, hem de çok çekici bir güçtür. Bu bağlamda burada sadece ahlaki açıdan düşük, aptalca, barbarca ve rezil bir meselenin söz konusu olduğu intibaını uyandıran bir tasvir kötü bir tasvir olurdu. Kötülüğün gücünü iyiliğin gücü olarak görmediğimi, dinî konulara kör olmayan herkes bu araştırmadan anlayabilir.
Cambridge, Mass. 1938 Noel’i
Eric Voegelin Hakkında
Eric Voegelin, 1901 yılında Alman İmparatorluğu’nun Köln şehrinde doğmuş, 1910 yılında ailesiyle birlikte Viyana’ya göç etmiştir. Viyana Üniversitesi Devlet Bilimleri Fakültesi’nde başladığı eğitimini, 1924 yılında doktorasını vererek tamamlamıştır. 1924 ila 1928 yılları arsında ABD ve Fransa’da yürüttüğü bilimsel çalışmalardan sonra Viyana’ya dönmüş ve 1928 yılında doçentlik tezini verdikten bir yıl sonra Viyana Üniversitesi’nde Devlet Bilimleri ve Sosyoloji dersleri vermeye başlamış, 1936 yılında da profesörlüğe atanmıştır.
Voegelin, elinizdeki Siyasi Dinler isimli eserini 1938 yılında ilk defa yayımlamasından kısa bir süre sonra Avusturya’nın Almanya’ya bağlanması üzerine, Nasyonal Sosyalist rejimin baskısından dolayı Avusturya’yı terk etmek zorunda kalmış ve aynı yıl ABD’ye göç ederek, burada 1958 yılına kadar farklı üniversitelerde çalışmıştır. The New Science of Politics isimli eserini ve Order and History isimli eserinin ilk ciltlerini Amerika yıllarında yazmıştır. 1958 yılında Almanya’ya dönüp Münih şehrindeki Ludwig-Maximilian Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Enstitüsü’nü kurmuş, 1968 yılında emekliliğe ayrılıncaya kadar burada kalmıştır. Emeklilik dönemini ABD’de geçiren Voegelin, 1985 yılında Kaliforniya’da vefat etmiştir.
Eric Voegelin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemin en önemli ve aynı zamanda en tartışmalı siyasi düşünürlerindendir. Daha ziyade düşünce tarihi ve tarih felsefesi hakkında eserler vermiş olmasına rağmen, kendisini öncelikle siyaset bilimci olarak görmüştür. Onun siyaset anlayışı; genellikle “neo-klasik” yaklaşımlar arasında sayılmakta, bazen de “normatif-ontolojik” yaklaşımlara dâhil edilmektedir. Bu sınıflandırma, Voegelin’in düşüncesindeki çeşitliliği yansıtmaktan uzak olmakla birlikte, onun, siyaset felsefesinin içine düştüğünü düşündüğü krizden çıkabilmesinin yolunun, Aristocu ve Eflatuncu anlayışı tekrar ele almak olmalıdır şeklindeki düşüncesine uygundur. Voegelin; büyük düşünürlerin ve peygamberlerin aşkınlık tecrübesine dayanan ve Yeniçağ’ın sekülerleşme sürecinde kaybedilen siyasi düzen bilgisini, dini ve felsefi eserlerin yorumuyla yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Ona göre; Batılı toplumlar, totaliter ideolojilerin ayartısına ancak bu sayede karşı koyabilecektir.
Sezai Zeybekoğlu
Kaynak : İHA