Ezra Pound’un Ketebe Yayınları arasında çıkan Okumanın Alfabesi hem okur hem yazarın dünyasına hitap eden bir eser. Farklı dönemlerde ilgiyle okunacak olan kitapta Pound’un gözünden yazma ve okumanın önemine dikkat çekiyor.
Ezra Pound, ömürlük eseri Kantolar’la hatırlanır öncelikle. İngilizce şiirde 1910’lardan itibaren geleneksel teknikleri kıran, ona yeni biçim ve söyleyişler getiren, yaratıcı yeni soluklar kazandıran “modernist” şairlerdendir o. Ancak sanatçı kişiliğini bütün olarak tanımlamak için hiç olmazsa parça besteleyecek kadar müzikle içli dışlılığını, kaleminin kritikten geçirme gücünü de anmak gerekir. Onun Okumanın Alfabesi adıyla Türkçeye çevrilen ve Ketebe Yayınları arasında çıkan kitabından söz etmek istiyorum bu yazımda. Fakat biraz gerilere giderek ve kendime ait bir iç serüvenle beraber ele alarak..
ALTI SINIF EDEBİYATÇILAR
Ezra Pound’u 1980’li yıllarda, Yönelişler ve Diriliş dergileri yoluyla tanımıştım. Ülkü Tamer’in Cathay çevirisi (1963), İlhan Berk’in Seçme Kantolar’ı (1983) bu yolla ilgi alanıma girmişti. Sözünü edeceğim Okumanın ABC’sinden (o zaman bu isimle anılıyordu Türkçe’de bu kitap) “Dikkatli Okur İçin Notlar” bölümünün çevirisi yayımlanmıştı Yönelişler’de (Haziran 1982, nr. 15). Bu bir sayfalık kısa metin ufuk açıcı etkiler uyandıracak bir güç taşıyordu. Edebiyatçıları altı sınıfa ayırıyordu orada Paund (Kâşifler, Ustalar, Su katanlar, Göz doldurur niteliği olmayan iyi yazarlar, Edebiyat yazarları, geçici modaların öncüleri). İki sayı sonra Ebubekir Eroğlu’nun “İki Tasnif ve Bir Yaklaşım” yazısı yayımlandı aynı dergide. Eroğlu, Ezra Paund’un edebiyatçılar tasnifini anarak Necip Fazıl’ın bir yazısından naklen, Arap edebiyatında şairleri derecelendiren altılı bir başka tasnife dikkatimizi çekiyordu (Eş’ar, Şair, Müteşair, Şuveyir, Şarur, Barur).
Daha çok eleştiriyle uğraştığım o yıllarda Pound’un tasnifi ve bu karşılaştırmalı bakış ayrı bir kazanım oldu benim için. Okuma üzerine bir yazı dizisi adeta kendiliğinden doğdu kalemimden. 1988’de o yazıları bir kitap haline getirirken, Okumanın ABC’sine bir gönderme olarak Okumaya Giriş adını verdim.
Adeta bir top kumaştan bir parça görerek tanıdığım Okumanın ABC’si, bugünkü adıyla Okumanın Alfabesi, artık elimin altında. Hem de Kemal Atakay çevirisiyle. Kitap, adından da anlaşılacağı gibi bir rehber eser, el kitabı gibi tasarlanmış. Girişte Paund’un söylediği gibi “artık okulda okumayanlar”, “hiç okul okumamış olanlar”, “üniversite sırasında” okuma konusunda “dert” sahibi olanlara “bir ders kitabı”. Zevk alarak ve yararlanarak okuyabilecekleri..
KARŞILIKSIZ ÇEK YAZMAK GİBİ
Bakmak, deneyimlemek, ayrımına varmak.. Bir deneme ruhu taşıyan kitaptan çıkardığımız ve iyi okuyucu kadar iyi şair ve hatta eleştirmenin de vasıfları sayabilecek kriterler bunlar. 80’li yıllarda aramızda dolaşan bir söz vardı: “Karşılıksız çek yazmak”. Bu kitabı okuyunca, şimdi, o sözü dolaşıma sokan arkadaşların kaynağının da bu kitap olduğunu görüyorum. “Genel herhangi bir değerlendirme, banka çeki yazmaya benzer” diyor Ezra Pound (Para etrafında geliştiridiği ve Kantolar da ayrı bir ağırlığı bulunan teorilerini düşününce şaire ne kadar yakışıyor değil mi bu karşılıksız çek metaforu). Bir çek, onun bankada bir karşılığı varsa anlamlıdır. Yoksa sahtekarlıktır, suç kapsamına girer. Bunun bilgi ve değer üreten söz için de geçerli olduğunu belirtmiş oluyor şair. Bir eleştiri metnine de pekala uygulanabilir.
Okumada yüzeysel yayılmadan çok, bir şair veya şiirde derinleşmeye ayrı bir değer veriliyor kitapta ve şöyle deniliyor: “Ve kesin kanım odur ki, kişi şiir hakkında, en iyi şiirlerden birkaçını gerçekten bilerek ve inceleyerek, pek çok şiir arasında dolanmaya göre daha çok şey öğrenir.”
Edebiyatta bir fikrin yandaşları hakkındaki saptaması da “ders” niteliğinde: Onların “kendi parti veya mezheplerinden kötü yazarlara, başka parti veya mezhepten iyi yazarlardan daha çok değer” verebileceklerine hatta çoğu zaman da verdiklerini belirtiyor. Millet veya toplumlarla edebiyatları arasında kurduğu bağlar ise hayati! “Bir milletin edebiyatı gerilerse, millet körelir ve çöküşe geçer.” “Özensiz yazmaya alışan bir toplum, kendi egemenliği üzerindeki ve kendisi üzerindeki kontrolünü yitirme sürecinde olan bir toplumdur.”
1934’te yayımlandığında Pound’un eleştiri edebiyatına en önemli katkısı olarak değerlendirilen Okumanın ABC’sinden (ABC of Reading) aklımda kalan en önemli cümlelerden biri, Poun’dun, edebiyatçıları altılı bir tasnife tabi tuttuktan sonra söylediği şu cümleydi: “Okuyucu, ilk iki sınıfı tanıyıncaya kadar ‘koruda ağacı şeçer’ durumda olmayacaktır.” Koruda ağacı seçer duruma gelmek, bir şair veya edebiyatçıyı kendi biricikliği içinde keşfetmek, yani koruya baktığında orayı bir ağaç topluluğu, orman olarak görmeyip her ağacı kendi cins özellikleriyle ayırdetmek! Sait Faik’in dediği gibi insanın bir balıkçı tezgahına baktığında orada bir sürü “balık” görmeyip onları cinsleriyle, adlarıyla ayırt etmek.
Pound ve Eroğlu’nun yazılarından aldığım dikkatin bana kazandırdığı bir çeşit uyanıklık hali, o yıllarda, bizim eski edebiyatımızın “eleştirmenleri” sayılmayı bir dereceye kadar hak eden Tezkire yazarlarından Kastamolu Latifi’nin şairler değerlendirmesine yeni bir açıdan bakmamı sağladı. Gerçi Latifi bir tasnif yapmıyordu ama, dikkatle bakılınca şairleri önce “gerçek şair” ve “düzd (hırsız/lar)” diye ikiye ayırdığı, sonra ikinci gruptakileri kendi arasında beş ayrı dereceyle adlandırdığı farkediliyordu. Böylece o da eski Arap şairlerinin ve Batılı bir şairin yaptığı tasnife sayısal olduğu kadar öz olarak da karşılık gelen altılı bir değerlenrime yapıyordu aslında. Yine diğer tasniflere uygun olarak ilk iki gruba ayrı bir önem atfediyordu. Kendi inanç ve kültür değerlerinden hareketle çok anlamlı bir benzetmeyle ilk sıradakiler için şu manada sözler söylüyordu: ‘Bunlar kendi zihin ve düşünme gücüyle orijinal hayal, yeni mana bulmak yeteneğine sahip olanlardır ki, gerçek Seyyidler -Hz. Peygamber’in soyundan gelenler- gibi pek az bulunurlar’.
Düşünülebileceği gibi Kemal Atakay’ın çevirisi elime geçince önce yıllar önce Yönelişler’de okuduğum bölüme (S. Kalaycı çevirisi) gözattım. Bir kere de Atakay’ın Türkçesinden okudum o bölümü. Güzeldi. Ancak, ukalalık sayılmaması dileğiyle bir ayrıntıya değinerek bitireceğim sözlerimi: Koruda ağacı seçer duruma gelmeyi ifade eden cümle biraz muğlak mı kalmış acaba kitapta?
Kaynak : İHA