Kitapta, ağırlıklı olarak İbn Battûta’nın Anadolu macerası, Temgrûtî ve el-Miknâsî’nin İstanbul gözlemleri ve Osmanlıların 19. yüzyılda Arap dünyasına yaptıkları seyahatler öne çıkıyor.
Kitapta mihver noktalarını, Cezayir’den Ahmed es-Süleymanî, Irak’tan Şâkir Luaybî, Türkiye’den A. Sait Aykut, Fas’tan Abdüllatif Şazli ve Muhammed Bûkebût, Suriye’den Nuri el-Cerrah, Mısır’dan Tesnîm Harb ve Muhammed Harb çalışmaları oluşturuyor. Müslüman aydınlar, Batıyla etkileşime girme ve karşılarında duran bu bilinmezliklerle dolu dünyayı algılama konusunda yüzlerce farklı tecrübe yaşadılar şimdiye kadar. Hatta ötekini algılama, kendileriyle olan hesaplaşmanın da yollarından birisi oldu çoğu kez. Ve bu tüm bu farklı tecrübeler yaşanırken, bir yandan Doğuyu köşe bucak dolduran batı kaynaklı faaliyetlerin, yani müsteşriklerin büyük bir tesiri oldu. Almanca, Fransızca, İngilizce ya da diğer batı dillerinde yazılan ciltler dolusu inceleme, egemen zihniyetin temsilcileri olarak Doğu’nun semâlarında dolaştı durdu daima.
Bu şiddetli Doğu-Batı karşılaşmasının, Müslüman aydınların fikir dünyasında farklı ve muhalif görüşleri doğurması kaçınılmazdı. 18. ve 19. yüzyıllar boyunca Batı’ya yolculuk eden Ahmed el-Hacerî, el-Gassânî, el-Mûsulî, Said Paşa, Ebu Talib Han, Faris Şidyaq, Tahtâvî, Nâsıruddin Şah, Hasan Tevfiq elAdl, Ahmed Zeki Paşa, Fransis el-Meraş gibi Müslüman seyyahlar –Osmanlı, Arap ve İranlılar- daha çok sanayi devriminin sonuçları üzerine düşünmeye, kamu düzeni ve sosyal hayatı incelemeye yoğunlaşmışlardı. “Öteki” ile olan bu karşılaşma, kimisine Avrupa yanlısı, kimisine ise Avrupa karşıtı bir müktesebat katmıştı.
EN BÜYÜK HAZİNE
Bu seyyahlardan geriye kalanlar, seyahat edebiyatının farklı fikirleri de içeren ne büyük bir hazine olduğunu bir kez daha gösteriyor bizlere. Yeni karşılaşılan yer ve durumların, güçlü bir olay örgüsü içerisinde aktarılması, okuyucuları da bu heyecanlı serüvene ortak ediyor. Hiç şüphesiz, yeni ufuklara varma ve farklı olanı tanımaya çalışma, insanın bu dünyadaki mevcudiyetinin de en güzel vazifelerinden birisi. O nedenle, seyahat edebiyatını tarif ederken “Bu ateşi hiç kaybetmemeliyiz” diyor Suriyeli şair Nuri el-Cerrah.
Müslümanların seyahat etme konusunda aslında ne kadar güçlü bir zihinsel altyapıya sahip olduklarını bu günlerde tekrar hatırlamamız gerekiyor. Zira, ırkçılığa asla yer vermeyen bir inanca sahip olmamız nedeniyle derisinin rengi ya da milliyeti ne olursa olsun herkesi empatiyle karşılamaya hazır olmamızın yanı sıra, ayetlerle de tanımaya ve tanışmaya teşvik ediliyoruz. Bu büyük altyapı, İslam dininin mensupları arasından çok sayıda seyyah çıkmasına neden olmuştur. Evliya Çelebi’nin insanca bakışı, İbn Battuta’nın tanımaya ve bilgiye olan sonsuz merakı, el-Miknasi’nin eşsiz üslubu, seyahat edebiyatının Müslümanların öz malı olduğunu gösteren örnekler değil de, nedir?
Yayın hayatına yeni başlayan Farabi Kitap’tan çıkan “Ortaçağ’dan 20. Yüzyıla İslam Dünyasında Seyahat; Doğu Gezi Edebiyatına Dair İncelemeler” , ayet-i kerimede geçtiği gibi “Yeryüzünde gezin” (Ankebut 20) ve “Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye kabile ve halklar halinde yarattık” (Hucurat 13) düsturu üzerinde toplanan akademisyenlerin gayreti sonucu ortaya çıkmış. Ana gayelerini tanışıp hemhal olmak, bu amaçla kullandıkları köprüyü ise Doğudan Batıya uzanan veya Müslüman halklar arasında gezen seyyahlar olarak belirlemişler.
Kitapta, ağırlıklı olarak İbn Battûta’nın Anadolu macerası, Temgrûtî ve el-Miknâsî’nin İstanbul gözlemleri ve Osmanlıların 19. yüzyılda Arap dünyasına yaptıkları seyahatler öne çıkıyor. Ve mihver noktalarını, Cezayir’den Ahmed es-Süleymanî, Irak’tan Şâkir Luaybî, Türkiye’den A. Sait Aykut, Fas’tan Abdüllatif Şazli ve Muhammed Bûkebût, Suriye’den Nuri el-Cerrah, Mısır’dan Tesnîm Harb ve Muhammed Harb çalışmaları oluşturuyor. Kitap yolculukların Müslüman seyyahlar için ne anlama geldiğini gözler önüne seren önemli bir çalışma.
Kaynak : İHA