İbn Haldun’un eseri Mukaddime’de Türkçe ve diğer çevirilerde yer almayan “Umranın Dünyanın Bir Parçasından Öbürüne Yer Değiştirmesi” başlığını taşıyan bölümünde bazı Avrupa ve Türk milletlerinin gelişmesi hakkındaki görüşleri yer alıyor.
Tarih, iktisat, sosyoloji, siyaset gibi birçok sosyal bilim için temel teşkil eden görüşlerin yazıldığı eserdeki söz konusu bölüm, Arapça ve Türkçe çevirisi yapılan Mukaddime’lerde yer almıyor.
İbn Haldun ve Mukaddime uzmanı Faslı Prof. Abdüsselam Şeddadi’nin Mukaddime’nin el yazma nüshaları üzerinde çalışırken karşılaştığı o bölüm, İbn Haldun’un gelecekle ilgili öngörülerini gözler önüne seriyor.
“O BÖLÜMDE İBN HALDUN’UN İLERİDE BİREBİR GERÇEKLEŞECEK OLAN BAZI ÖNGÖRÜLERDE BULUNDU”
Konuya ilişkin AA muhabirine açıklamada bulunan, yazar ve çevirmen Cemal Aydın, “Umranın Dünyanın Bir Parçasından Öbürüne Yer Değiştirmesi” başlığını taşıyan o bölümde İbn Haldun’un ileride birebir gerçekleşecek olan bazı öngörülerde bulunduğunu söyledi.
Aydın, Timaş Yayınları’ndan çıkan Mukaddime’yi “Mukaddime/Evrensel Tarihe ve Toplum Bilimlerine Giriş” adıyla yeniden tercüme ettiğini ve söz konusu bölümün de kendi yaptığı çeviride yer aldığını belirterek, eserin birinci kısmının sekizinci başlığı olan “Umranın Dünyanın Bir Parçasından Öbürüne Yer Değiştirmesi” bölümüne ilişkin, şunları kaydetti:
“İlk yazdığı el yazmasında bulunan ve son derece önemli olan bu bölümü İbn Haldun, daha sonra yaptığı gözden geçirmeler ve düzeltmeler sırasında çıkarmıştır. Sebebini tahmin edebilmek güç. Halbuki bu başlık altında öne sürdüğü görüşler, yaptığı tahminler ve öngörüler, evrensel çapta bir öneme sahip. Çünkü burada ileri sürdüğü fikirler, daha sonra olduğu gibi gerçekleşmiştir. Türkçe ve diğer çevirilerde yer almayan bu çarpıcı bölümü Abdüsselam Şeddadi’nin araştırmalarına borçluyuz.”
“İSLAM’IN TEKRAR ŞAHLANIŞININ TÜRKLER TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEBİLECEĞİNİ ÜMiT EDİYORDU”
Bu bölümde ayrıca İbn Haldun’un Güney ülkelerinin medeniyetlerinin çökmesine ve Kuzey ülkelerinde bazı Avrupa ve Türk milletlerinin medeniyetinin gelişmesine işaret ettiğine değinen Aydın, “Öte yandan, İbn Haldun’un Türkler hakkında çağdaşlarından çok farklı bir görüşe sahip olduğunu da öğreniyoruz. Prof. Şeddadi bu konuda şöyle diyor, ‘İbn Haldun, ahir ömründe, İslam’ın tekrar şahlanışının Türkler tarafından gerçekleştirilebileceğini ümit ediyordu, oysa onun çağdaşları bu şahlanışın ancak Allah’ın göndereceği bir mehdi sayesinde olacağını düşünüyorlardı.'” dedi.
ÇEVİRİLERDE YER ALMAYAN O BÖLÜM
İbn Haldun’un yazdığı “Umranın Dünyanın Bir Parçasından Öbürüne Yer Değiştirmesi” bölümünde yer alan ifadeler ise şöyle:
“Zamanımızda, umranın/medeniyetin güneyden kuzeye bir tür yer değiştirdiğini gözlemliyoruz. Yemen, Tübbalar zamanında ve daha önceki devirlerde Ad, Semud, Himyer ve Tübba gibi Arapların sahip olduğu büyük bir devletin merkeziydi. Aynı şekilde, Arap Yarımadası da Ad kavmi ve diğer halklar sayesinde çok gelişmiş bir umrana sahipti. İsrailoğulları döneminde Suriye’nin durumu da böyleydi. Buranın umranı Medyenler, Lut’un oğulları, Amalika, Romalılar, Filistinler ve Kenanlılar gibi milletler ve kabileler sayesinde son derece ileri düzeydeydi. Mısır toprakları Kıptiler ve Ham oğlu (Hz. Nuh’un torunu) Baysar’ın oğulları ile aynı durumdaydı. Mağrip umranı da Kenan oğlu Maziğ oğlu Berberiler sayesinde gelişiyordu. Genişliği Sudan’dan Akdeniz’e, uzunluğu da Sus’tan İskenderiye’ye kadar kesintisiz olarak yayılıyordu. Bütün bu bölgelerde Tübbalar, İsrailoğulları, Kıptiler, Persler, Romalılar gibi büyük devletler vardı. Kuzey, o zamanlar hem umranı hem de Türklerin, Frenklerin (Avrupalıların) ve Slavlarınkiler gibi devletleri bakımından (Güney’e göre) düşük durumdaydı.
Bugün durum tersine döndü. Irak’ta İslam’ın ve halifeliğin başşehri olan Bağdat’ı ele alalım, Harabe halindedir, oysa eskiden Bağdat yaklaşık 50 şehirden meydana geliyordu. Bu şehirler tek bir bina kütlesi oluşturacak kadar birbirlerine yakındılar. O kütle içinde Bağdat’ın kendisi, Darüsselam, Risafe, Samerra vb. vardı. Bağdat’ın etrafı diğer şehirlerden daha kalabalıktı. Aynı durum, Arapların İslam dönemindeki diğer şehirleri arasında, mesela Kufe ve Basra ve İfrikıye’nin baş şehri Kayravan için de geçerliydi. Kayravan şehrinin yerleşim alanı birbirine bağlı yirmi beş şehirden oluşuyordu, Rakka, Mansuriyye, Kayravan, Kasrulkadim… İfrikıye’de Mesile, Tahart, Tübne, Beğaye, Ticist, Kal’a, Setif gibi birçok kasaba ve şehir vardı. Berka’nın ve Berka, Zevile, Lebde ve benzeri gibi komşu merkezlerin yerleşim alanı için de aynı durum söz konusuydu. Bu aynı zamanda Orta Doğu’nun şu şehirleri ve baş şehirleri için de böyleydi, Şelif, Mtice, Hamza, Tahart, Mersa-deccac, el-Hadra, Zerka, Kasr Acise.
Güney’in, Yemen, Hicaz, Mısır, Mağrip ve Arap Irak’ındaki bütün umranı/medeniyeti çöktü ve harabeye döndü. Bu özellikle Mağrip için çok daha doğrudur. Umranının izlerinden çok azı kaldı. Bu kalanlar da sadece sahil boyunca ve topu topu iki günlük bir yürüyüş genişliğindeki dar bir şerit üzerinde uzanmakta. Bütün bu bölgelerdeki devletler, umranlarının zayıflaması yüzünden, eski güç ve kudretlerinin açık ve net bir şekilde çöktüğünü gördüler. Kuzey ülkelerine gelince, bazı Frenk ve Türk milletlerinde olduğu gibi, onların umranlarının geliştiğini ve devletlerinin de güçlü olduğunu öğrendik.
Kültür belki de güneyden kuzeye doğru yer değiştiriyordur. Güneyde ve güney bölgelerinde oluşan bu boşluk, hep böyle kalmayacak, mutlaka doldurulacaktır. Bu boşluk, ya dünyevi tezahürlerle ve görünürdeki umranın durumuyla açıklanabilir. Dolayısıyla da bu doğrudan doğruya Arapların hükümranlıklarının ve tahakkümlerinin bir sonucu olabilir. Çünkü onların tutumları ellerinin altındaki ülkelerin yıkımına yol açmıştır, ya da semavi tezahürlerle izah edilebilir. Astrologlar, bu konuda bazı görüşler ileri sürmüşlerdir, fakat burası onların ayrıntılı olarak sergilenmesinin yeri değil. Allah dilediğini yapma kudretine sahiptir.”
Kaynak : İHA