Yeni Akit Yazarı Halit Kanak, Sultan Aziz’in katline sebep olan Mithat Paşa’nın sınır dışı edilmesi olayıyla ilgili bir yazı kaleme aldı.
İşte yazar Kanak’ın ”Sûltân Aziz’in katline sebep olan Mithat Paşa’nın sınır dışı edilmesi (5 Şubat 1877)” başlıklı yazısı;
Dolmabahçe Sarayına çağırılan Sadrâzâm Mithat Paşa mâbeyinde uzun süre bekletildikten sonra, Sûltân Abdülhamid Hân’ın huzura kabul etmeyeceği kendisine bildirildi. Ancak gitmesine de müsaade edilmedi.
Bir müddet sonra mâbeyine mâbeyn müşiri Büyükamiral Eğinli Said Paşa geldi ve Mithat Paşa’ya görevden azledildiğini söyleyerek Sadâret Mührünü istedi.
Mithat Paşa’nın istemeyerek de olsa uzattığı mührü aldıktan sonra hemen yanındaki İbrâhim Edhem Paşa’ya uzattı. Yeni Sadrâzâm belli olmuştu. Mithat Paşa’yı ise çavuş koğuşuna gözetim altına gönderdi.
Sûltân II. Abdülhamid Hân yerinde bir kararla Sadrâzâm Mithat Paşa’yı önce azletti, sonra Türkiye’de bile kalmasını tehlikeli bularak apar-topar 5 Şubat 1877 tarihinde ülkeden sürgün etti. Üstelik 1839’da ilân olunan tanzimat fermanıyla fiilen ortadan kaldırıldığı halde, Mithat Paşa’nın anayasaya ısrarla koydurduğu 113. maddede belirtilen hükümle sınır dışı edildi.
Mithat Paşa’nın sürgüne gönderildiği tarihten 8 ay, 5 gün önce Sûltân Abdülaziz Mithat Paşa ve avânesi tarafından tahttan indirilerek katledilmiş ve yerine V. Murad yine aynı ekip tarafından taht’a çıkarılmıştı.
Ancak yeni padişah hastaydı. 1876’nın sıcak bir ağustos gününde Cuma Selâmlığı dönüşünde yaptığı anormal hareketlerden birini daha sergileyerek kendisini pencereden havuza atmak istemesi Mithat Paşa’yı harekete geçirdi.
Hedefinde; rûhen hasta olduğu kabûl görmüş olan Sûltân V. Murad’ı tedavisi için saraydan uzaklaştırmak, veliaht şehzâde Abdülhamid’le anlaşarak onu taht nâibi yapmak, kendisi de sadrâzâm olarak ülkeyi tek başına yönetmek vardı. Planını Rüştü Paşa dâhil bütün âvânesiyle paylaşınca etrafı yönetimde kalmak ya da görev almak isteyenlerle dolup taşmaya başladı. Artık planını hayata geçirebilirdi.
Bunun için dünyaca ünlü Avusturyalı Dr. Leidersdorf âcil olarak İstanbul’a getirtildi. Doktorun, kendisine yapılan telkinle “Viyana’da en az iki ay kliniğimde tedavi etmem gerekiyor” demesi Mithat Paşa’yı hedefine biraz daha yaklaştırdı. Sırada şehzâde Abdülhamid’i ikna etmek vardı. Şehzâde’ye görüşme talebi iletildi.
Mithat Paşa’nın görüşme talebini alan Şehzâde Abdülhamid ülkenin vahim bir durumla karşı karşıya kaldığını gördü dehşete kapıldı. Koskoca imparatorluk çatırdamak üzereydi. Kurtlar sofrasında ülkesini kimseye yem ettiremezdi tedbir gerekliydi.
Olabilecek bütün ihtimalleri tek tek ayrıntılarına kadar yazmaya başladığı masasından kalktı, canından çok sevdiği ve 8 ay önce bilekleri kesilerek şehid edilen amcası Sultân Abdülaziz gözünün önüne geldi. “Görüşeceğiz Mithat Efendi” diye mırıldandı.
Vakit kaybetmeden Mithat ve Rüştü Paşaları dedesi II. Mahmud’un yaptırdığı Maslak Köşkü’ne çağırdı. Köşke ellerinde dosyayla hazırlıklı gelen paşalar taleplerini masaya koydular. Veliaht Abdülhamid, ilk teklif olan Saltanât Nâibliğini kabûl etmedi. Çünkü ülkeyi bu maceracılara bırakmamak için tahta geçerek ipleri eline alması gerekiyordu.
Önce Mithat Paşa’ya pırlanta kol düğmeleri hediye etti, (Avrupa’da sürgünde Mithat Paşa bu pırlantaları dört bin duka altına satacaktır) sonra da tahta geçme karşılığında, Mithat ve Rüştü Paşalarla maddeler üzerinde anlaştı.
Anlaşmaya varılan maddelerin en önemlileri Şehzâde Abdülhamid tahta tam yetkiyle oturacak, paşalar ömür boyu dönüşümlü olarak sadârette kalacak ve derhâl Meşrutiyet ilân edilecekti.
Şehzâde’nin yanından çıkan paşalar anlaşma gereği hemen kabineyi topladılar. Sûltân V. Murad’ın tahttan indirilmesi için kabine üyelerinden kaşla göz arasında imzalar alındı ve Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi çağırılarak 31 Ağustos 1876’da hâl kararı yazdırıldı. Aynı gün V. Murad tahttan indirilerek Veliaht Şehzâde, II. Abdülhamid unvanıyla tahta oturtuldu.
93 gün Osmanlı tahtında kalan V. Murad 35 yaşını 11 ay 11 gün geçiyordu. 28 yıl kalacağı Çırağan Sarayına taşınması sürerken, kardeşi II. Abdülhamid Hân, 7 Eylül’de Eyüpsultân’da kılıç kuşandıktan sonra at üzerinde halkı selâmlayarak Topkapı Sarayı’na geldi oturdu.
Bu arada devletin sınırları içinde genel durum şöyleydi:
Sırbistan ve Karadağ Prenslikleri direkt Rusya’nın kışkırtmasıyla büyük bir isyan başlatmışlardı. Hatta Rus ordusunun başında Özbekistan’da Taşkent’e girerek işgâl eden General Çernayef, Balkanlar’a gelmiş bizzat Sırp Ordusuna komuta ediyordu. Diğer taraftan yine Rusya’nın teşviki ve desteğiyle gayr-ı Müslimlerin çıkarttığı Bosna-Hersek’teki isyanda olanca hızıyla sürüyordu.
Ayaklanmanın bastırılması için Osman Paşa harekete geçti ve 29 Ekim’de General Çarnayef’in kumanda ettiği Sırp Ordusunu Aleksinaç meydan muharebesinde bozguna uğrattı.
Bu arada, Rusya’nın direkt Türkiye’nin iç işlerine karışması İngiltere’nin hoşuna gitmedi. Sırp, Karadağ ve Bosna – Hersek’te çıkan isyanlar ile Balkanlar’daki Hristiyan tebânın durumunu görüşmek üzere İstanbul’da bir konferans düzenlenmesini istedi. “Tersane Konferansı” adı verilen ve Osmanlı Devletine çeşitli yaptırım kararlarının alındığı bu toplantı (kararlar reddedildi) başlamadan kısa bir süre önce 19 Aralık’ta Rüştü Paşa Sadrâzâmlıktan anlaşmalı olarak istifa etti, söz verildiği üzere Mithat Paşa Sadrâzâmlığa getirildi.
Çünkü Mithat Paşa, bu konferansı fırsata dönüştürmek istiyordu. Başkanlığını kendisinin yürüttüğü, aralarında Ziya Paşa, Namık Kemal gibi şahsiyetlerinde bulunduğu bir Anayasa Komisyonu kurdu. Komisyon çalışmalarını tamamladı. Oluşan anayasa üzerinde son müdahaleyi Sultân Abdülhamid Hân yaptı.
Önce “imparatorluğun içindeki her milletin kendi dillerini resmen kullanabilir” maddesini değiştirerek, “Devletin resmî dili Türkçe’dir” ibaresini koydurdu. Ayrıca “Anayasa Avrupa devletlerinin kefaleti altındadır” maddesini anayasadan tamamen çıkarttı.
Mithat Paşa; anayasayı Tersane Konferansına götürerek konferansa katılan İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya – Macaristan’ın Türk Anayasasını tasdik etmelerini, bu anayasa ortadan kaldırılmak istenirse müdahale edilmesini talep etti. Ancak müsâde edilmedi.
23 Aralık 1876 tarihinde Sultân Abdülhamid Hân’ın tasdik ettiği anayasayı başkâtip Küçük Sait Paşa Bâb-ı Âli’ye getirdi. Mithat Paşa, 119 maddeden oluşan anayasayı meşhur tarihçi Çorlulu Mahmut Celalettin Bey’e okuttu ve toplar atılmak suretiyle “MEŞRÛTİYET” ilân olundu.
Meşrutiyetin ilânını konferansta baş temsilci olarak bulunan Dışişleri Bakanı Saffet Paşa diğer ülke temsilcilerine anlattı. Ancak kendi ülkelerinde bile kurulmamış böyle demokrat bir anayasanın burada yürüyeceğine ihtimal vermeyen ülke delegasyonları oralı bile olmadılar.
Bütün Avrupa devletlerinin kendisini tebrik etmesini bekleyen Mithat Paşa, biraz hayal kırıklığına uğrasa da, sadâret makamında oturmanın verdiği rahatlıkla bitmek bilmeyen ihtiraslarına ulaşmanın yollarını aramaya başladı. Bu da genç padişâhın gözünden kaçmadı.
Paşa’nın her gece rakı sofralarında ifşâ ettiği en mahrem devlet sırlarını ertesi gün İstanbul’da duymayan kalmıyordu.
Hatta bir gece III. Napolyon gibi imparator olacağından bahsetmiş ve o meşhur sözünü ağzından çıkarmıştı “Âl-i Osman olur da, niye Âl-i Mithat olmasın.”
Bununla yetinmeyen Paşa, sadrâzâm (Başbakan) sıfatıyla kendine özel asker yazmaya ve “Millet Askeri” adını verdiği bir ordu kurmaya başladı. Hristiyan ve Müslümanlardan oluşan bu gönüllü askerler her akşam Mithat Paşa lehine slogan atarak gösteri yapıyor ve halkın huzurunu kaçırıyordu.
II. Abdülhamid Hân Paşay’ı uyarmakta gecikmedi. Derhal bu askerlerin “Seraskerliğe” müracaat ederek 1. Orduya yazılmalarını istedi ama Paşa’nın talimatıyla, “Biz Milletin Askeriyiz Mithat Paşa’ya bağlıyız” diye sokaklara dökülen bu askerler bunu kabûl etmediler.
Mithat Paşa zıvanadan çıkmış, ölçü falan kalmamıştı. Sonunda öyle bir iş yaptı ki, kendi ipini çekmiş oldu.
Paşa, Bosna – Hersek Eyâletinde Türk Bayrağında hilâlin yanına bir haç koydurmuş ve nedenini de şöyle açıklamıştı. “Böyle yaparsak Hristiyan tebâ isyan etmeyecektir.” Üstelik bu bayrakları taşıyan Niş’ten getirttiği bir tabur askere İstanbul’da gösteri yürüyüşü yaptırmıştı.
Fakat oradaki isyan bitmediği gibi, Müslüman Boşnaklarda küstürüldü. Bu durum bardağı taşıran son damla oldu ve yukarıda bahsettiğimiz gibi 5 Şubat 1877’de Paşa 47 gündür görev yaptığı sadrâzâmlıktan azledildi. Mührü elinden talimatla Amiral Said Paşa aldı.
Sultân II. Abdülhamid Hân, paşayı azletmekle kalmadı, “Beni sürerseniz memleket mahvolur” diyen Mithat Paşayı isteği üzerine İzeddin Vapuru ile İtalya’ya gönderdi.
Giderken “Ülkeye döndüğümde ne Padişâhı, ne de sarayları yerinde bulamayacağım” demiş, ancak Mithat Paşa sürülürken koca ülkede bir tek kişi bile itiraz etmemiştir. Ama gariptir ki paşa Çanakkale Boğazı’ndan geçerken, İstanbul’da ihtilâlin başlayıp başlamadığını sormuştur.
Hatta vatanını yabancı ülkelere peşkeş çekmeye çalışan paşa, üzerimde para yok deyince yine de kendisine 500 altın verilmiştir. Şu devletin büyüklüğünü takdir etmemek mümkün değildir.
Allah celle celâlühü vatanımıza, milletimize, devletimize zevâl; düşmanlarımıza fırsat vermesin inşaallah..
Kaynak : İHA