Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, diye bir atasözümüz var. Maalesef doğru konuşan Ramazan Pişkin, sadece dokuz köyden kovulmakla kalmadı, bıçaklanarak bu dünyadan da kovuldu.
Kimdi? Eğitimi neydi? Ne yapardı? Ne söylerdi Ramazan hoca veya Filozof Ramazan? Yoksa veli veya meczûb Ramazan mı demeli!
Sosyal medyada dolaşan bilgilere göre kendi halinde bir kimse olan Ramazan, İslamî kitaplar okuyarak kendisini yetiştirmiş bir kimseydi. Köklü bir dinî eğitim almadığı halde sözü gediğine koyan, hakkı çekinmeden, yürekten gelen samimi bir inançla söyleyen, hakkı hakikati eveleyip gevelemeden İslâm’a uygun bir şekilde haykıran mazlum, mütedeyyin, muttaki, gönül ehli birisiydi Ramazan. Dinî gerçekleri haykırdığı için aslında hoca olmadığı halde hoca diye anılan biri.
Filozof muydu? Hayır. Çünkü o, söylediklerini akla ve düşünceye değil, Kur’ân ve Sünnete dayandırıyordu. Bunun için “Düşünce ve sözlerimiz, Kur’ân ve Resûlünu aşamaz. Aşarsa reddedilir, Allah bunu kabul etmez.” diyecek kadar dinden ve usulden haberdardı.
O samimi bir mü’min idi. Kitaplardan okuduğunu yaşayan, yaşadıkça gönlü nurlanan ve bu nur sayesinde bilmedikleri de kendisine öğretilmiş olan biri. Behlül-i Dânâ misali hikmetle konuşan, sözleri muhatabın gönlüne işleyip onu etkileyen bir velî, bir meczub ve de samimi bir mü’min idi. Çünkü o, bildiğiyle amel eden ve bildiğini dosdoğru söyleyen birisiydi. Nitekim “Bildiği ile amel edene Allah bilmediklerini de öğretir” demiştir, Allah’ın Resûlu. Yüce Allah da “Allah’a karşı muttaki olun (yasaklarından sakının), Allah size (bilmediklerinizi de) öğretir.” (Bakara, 2/282) buyurmuştur. Ramazan’ın sırrı buydu. Bilenler bilir, bilmeyenler ona filozof, daha da ileri gidip deli demişlerdi. Hatta hızlarını alamamış onu 2022 yılında gözaltına alarak akıl hastanesine yatırmışlardı. Oysa o ne filozof ne de deli idi. Aksine ona bu lakapları takanlardan çok daha akıllı daha da önemlisi çok daha zeki ve bilgili birisiydi.
Belki de o, bir veli ve meczûb idi. Ramazan’a deli diyenler de ona deli anlamında meczûb diyorlardı. Acaba ona bu anlamda meczûb diyenler, meczûb ile deli arasındaki farkı biliyorlar mıydı? Elbette bilmiyorlardı. Onun için de ona deli anlamında meczûb diyorlardı. Oysa deli ile meczûb arasındaki farkı anlamak, ince bir anlayış, ilim ve irfân gerektirir. Evet deli, akli melekesini yitirmiş Arapçada mecnun kelimesinin karşılığı olan bir kavramdır. Halk (avam) arasında deli denilen kişi böyle bir kimsedir. Meczûb; Allah’ın kendisini cezbettiği, gönlü hikmetle dolu, Allah eri, dünya ve dünyalık şeylere önem vermeyen, kınayanın kınamasından korkmadan gerçekleri haykıran samimi mü’min kimse demektir. Meczûb konuşunca, diliyle değil, gönlüyle konuşur, adeta onu Allah konuşturur. Bundan dolayı haykırdığı hakikatler, bir takım menfaat çevrelerini ve cahilleri rahatsız eder. Onun için ona deli, gerici vb. lakaplar takarlar. Memlekette barındırmaz, göç etmek zorunda bırakırlar, akıl hastanesine tıkarlar. Bununla da yetinmez, vahşice öldürürler. Oysaki bilmezler ki şehidler ölmez, onlar Allah katında diridirler, ancak gönül gözü kapalı cahiller bunu anlamazlar.
Ona, Behlül-i Dânâ misali bir meczûb denilebilirdi belki ama kesinlikle deli denilemezdi. Behlül, Harun Reşid döneminde yaşamış, avam tabakasının kendisine deli dediği, ancak söylediği hikmetli sözlerle etraftakileri Allah’a, hakîkata çağıran, onları etkileyen gönül ehli bir kimse (meczûb) idi. Bunun için halife Harun Reşid onu çağırır ve “Ey Behlül! Bize va’z et!’’ derdi. O da “Nasihat mi istiyorsun? O zaman şu saraylara, köşklere, bağ ve bahçelere bak bir de onları terk edip gidenlerin şu mezarlarına bak. Nasihat olarak ölüm yeter.” derdi. Gönül insanı Harûn Reşid ağlar ve ona göre maneviyatını düzenlerdi. Ramazan da bu misal. Onu ancak iyi niyetle dinleyen, ön yargılı olmayan ve biraz da gönül ehli olanlar anlardı. Peki öldürülmeyi hak edecek ne diyordu Ramazan:
‘’Biz sadece Allah için uyarıyoruz. Kimseyi kendimize çağırma lüksümüz yok, ihtiyacımız da yok. Allah bana yeter.’’
‘’Dünya sizin olsun bana dinim yeter.’’
‘’Allah’la pazarlık olmaz, Allah’ın işine karışmayın.’’
‘’Allah Peygamberi ölçüleri belirler, bizim ölçü belirleme hakkımız yoktur (Yani kafanıza göre hüküm veremezsiniz).’’
‘’Kur’ân kalplere gönüllere şifadır, bizim hayat rehberimizdir. Kırmızı çizgilerimizi, Allah ve Resûlu belirleye bilir. Biz belirleyemeyiz.’’
‘’Kur’ân’ı, temiz akıl sahipleri idrak edebilir. Kur’ân’a bakın! En çok okunan kitaptır. Hakkında en çok yazılar yazılan kitaptır. Ama maalesef en az anlaşılan, en az amel edilen kitap da yine Kur’ân’dır.’’
‘’Kur’an’ı anlamak için temel kitaplar, yardımcı kitaplar okuyun (meallerle yetinmeyin).’’
‘’Din tüccarlığı yapmam. Uyarıcılar, asla dinle geçinmezler. Tüm peygamberler çalışmıştır, biz de çalışarak kazanmak zorundayız.’’
Kürt haklarını savunduğunu söyleyen İslâm dışı çevrelere de lafı vardı Ramazan’ın. Diyarbakır gibi bir yerde bu konuda da hakikati çekinmeden olduğu gibi haykırıyor ve şöyle diyordu: “Kürtçe eğitimi yasakladılar, Kürtler gidip onların (Kürtçeyi yasaklayanların) peşinden koştu, celladına âşık oldular.”
Asrın hakikatlerini haykıran Ramazan’a bu yüzden, vahhabî, selefi, radikal, Hizbullahçı gibi lakaplar taktılar. Çok sevdiği memleketini terk edip İstanbul’a gitti ama yine de kurtulamadı ve şehid edildi Ramazan. Asrın ikiyüzlülüğüne kapılmadan, Allah ve Resûlünün sözlerini eveleyip gevelemeden olduğu gibi kendi üslubunca haykırdığı için ne mutlu ona.
‘’Dünya sizin olsun, bana dinim yeter.’’ dedi ve Rabbine kavuştu şehid, meczûb, mazlum ve mü’min Ramazan.
Allah rahmet etsin.